6 Nisan 2015 Pazartesi

Savaş Ve Şiddet: Sanatçının Rolü*







Andreas Ginestet 

Hypantiya’nın ölümü*, Hristiyanlar olanlar değil Paganlar tarafından gerçekleşir. O dönemin yönetici sınıfı olan ve sosyal kuralları koyan ayrıcalıklı, bilinç –zeka- (IQ) düzeyleri yüksek, duygusal-empati- (EQ) zekası düşük düzeyde olanlar toplumu yönetiyorlardı. Hiristiyanların o dönemdeki varlıkları ve oynadıkları rol, bugünkü İslam’ın kalkışmasına benziyordu. Pagan sınıfı bir hayli bilinçliydi, fakat  bu yüksek tabaka dayanışma içinde toplumsal birliği sağlayacak ve insanı kucaklayacak yeterli empatiden yoksundu. Sosyal yaşamın olduğu her yerde böyle durumlarda elitlerin,  imtiyazlı ve ayrıcalıklı sınıfın güçleri toplumsal birlik yönünde bir kayıtsızlık ve aymazlık içine girdiğinde, emphatic ezilenler kendi aralarında empatiyi güçlendirerek şiddet yoluyla yeni ayrıcalıklar ve sosyal farklılıklar gerçekleştirmek üzere toplumsal hareket başlatırlar.


Biz sanatçılar, toplum kapasitesini oluşturan bilinç düzeyi ile toplumsal bağı kuvvetlendiren duygusal düzey arasında köprü kurmanın hem sorumlusu hem de güvencesiyiz. Sanatçılar toplumda bilinç ve duygu yayan insanlardır. Onlar toplumun yukarıdan aşağıya var olan sınıf ve tabakalarında sürekli dolaşırlar. Uyum ve her türlü yaratıcılık yeteneğine sahip olan sanatçılar bu yönleriyle melezdirler. Onlar, sahip oldukları kapasite sayesinde toplumun altından girip üstten çıkabilirler.  Sosyal elitlerce kendilerine sağlanan imtiyazları kabul etmedikleri sürece sanatçılar bu niteliklerini ve işlevlerini kaybetmezler. Tersi olması durumunda, bu sanatı, sanatın üstlendiği misyonu ve onun varlık nedenini yok eder. Sanatçılar  toplumdaki dolaşımda farklılıklar arasında aracı bir köprü olmayı kabul etmediklerinde, bir toplumsal yapı döneminden, onun ürettiği sorunların çözümsüz kalmasından ve değişmez katı durumlarından sorumlu olurlar.  

Sanatçılar toplumda tek tek bireylerle, tabaka ve sınıflara, toplumun bütün kolektif bağlamlarıyla duygusal ilişki içindedir. Toplumsal uyum ve istikrar için politikacılar gerçekte böyle bir  toplumsal sorumluluk duymazlar. Onların savaş istemekten, iki krallığı birbirine düşürmeyi kararlaştırmaktan başka ilgilendikleri bir toplumsal sorun yoktur.(**) Bunun da anlamı ek olarak bütçeden eğitim payını, sağlık ve hizmet giderlerini ve hepsinden çok sanatçıların beslendiği kaynakları kısıtlama ve aşağıya çekmek demektir.

Büyük soykırım ve savaş için bu işleyen önemli bir aygıttır. Bu nedenledir ki II. Dünya savaşında bile sanatçı siyasetçiden farklı olarak sanatçı kaldı. Öyle de olsa bu yine de klasik bir paradokstur.

Fakat, bizler, sanatçılar  politikacılara  neyi ne kadar ve ne için vermemiz gerektiğini bilmekten sorumluyuz. Onları biz idare ediyoruz; bize bağlı, bizim altımızdadırlar. Şimdiye kadar bu gerçeği bilmiyorduk, fakat şimdi artık biliyoruz. Biz sanatçıyı oynamak zorundayız  ve Hitleri oynamaya çalışanları durdurmalıyız.

Bu yazı dahil, biz rolümüzü oynamayı sanat yapmakla veya yapmamakla yerine getiriyoruz. Bir bina içindeki kaldıraç gibi ne kadar çalışırsak, bir toplumdaki fikirlerin aşağıdan yukarıya çıkarılması gibi, sosyal yapııa dipten doruğa etkilemek, o kadar daha iyi olur; böylece şiddet ve ayrımcılıkla boğuşan bir toplum ve kültür yönetimi,  bir toplumun bilinç ve duygu düzeyi arasındaki dengesizliği de bertaraf edebilir.  

Sanatçılar toplumda bir asansör gibi işlevsel bir rol oynarsa, Rousseau’nun düşündüğü gibi, “Toplumsal Sözleşme” hayat kazanır, işler. Sanatçılardan yoksun bir toplum yok olmaya mahkumdur.

Sanatçının toplumda görevi vardır, insan sorumluluğu, olanaklar, ayrıcalık ve yükümlülükler, kendisi rolünün farkında olmasa da, bütün bunlar onu bir toplumsal komplekste düzenleyici, ayar verici bir rol oynaması yönünde bir fonksiyon ortaya koymasını sağlar. Sanatçılar toplum içinde, kompleks düzenleyiciler olarak düşünülür.


Komediyenler, dansçılar, anlatıcılar, aktörler sanatçılar içinde en önemli kesimi temsil ediyorlar. Bunların kitle ve toplumsal kesimlerle ilişkileri çok genişçe ve yaygındır. Onlar en geniş dinleyici ve izleyicilere ulaşıyorlar. Sessiz yazarlar, düşünürler, yenilikler üretenler, komediyenlerin sahnede oynayacakları oyunu yazarlar. Sanatın bu anlamı eleştirmenleri sıkar, onları açıkça rahatsız eder. Sanat yine de bu yönüyle konuşmaya devam eder. Toplum içindeki diğer insanlar belirttiğim bu işleri yerine getiremezler. Onlar doğuştan bir sanatçının niteliklerinden yoksundurlar. Kendi kuşağımdaki sanatçılara bakarak, yeterince güçlü ve sayıca fazla olmalarına, benim onlar için yaptıklarım kadar kendilerinin bu anlamda nitelikli rol oynadıklarına pek itimat etmiyorum. Bu da gelecekte bir savaşın olacağını gösteren temel nedenlerden biridir. Sanatın içindeki yücelik yoksunluğu gelecekteki savaşın ana sebebidir. Biz başarmadıkça, bu yapıyı değiştirmedikçe, varlığımızın politik niteliğini anlamadıkça; yaşama hakkından yoksun olacağız demektir.

Benim belirttiklerim insan türünün yazgısına parmak basıyor. Seçim ve tercihlerimiz bakımından bu yazılanlar çok yararlıdır: Yaratıcı olmak, yaşamı savunmak  ve varlığımızdan hoşnut olmak…
İyimser olmak, aptal olmakla aynı değildir: “ Evet, Başarabiliriz” demek. Bu çok ciddi bir başlangıçtır.




(*) Bu yazı, yazarın WAR AND VİOLENCE adlı çalışmasından alınmış olup yazarımız Ahmed Kaymak tarafından çevrilmiş ve yazıya uygun yan başlık,Sanatçının Rolü, çeviren tarafından atılmıştır.

(*)A Film by Amenabar 
(**) Yazarın bu duruma ilişkin gösterdiği örnekler ve karşılaştırmalar, başlık konusuyla pek ilintili olmadığından, original metinde yer alan cümlelerin bir kısmını atladık - ÇN

Hiç yorum yok: