Andreas Ginestet
Hypantiya’nın ölümü*, Hristiyanlar olanlar değil Paganlar
tarafından gerçekleşir. O dönemin yönetici sınıfı olan ve sosyal kuralları
koyan ayrıcalıklı, bilinç –zeka- (IQ) düzeyleri yüksek, duygusal-empati- (EQ) zekası
düşük düzeyde olanlar toplumu yönetiyorlardı. Hiristiyanların o dönemdeki
varlıkları ve oynadıkları rol, bugünkü İslam’ın kalkışmasına benziyordu. Pagan
sınıfı bir hayli bilinçliydi, fakat bu
yüksek tabaka dayanışma içinde toplumsal birliği sağlayacak ve insanı
kucaklayacak yeterli empatiden yoksundu. Sosyal yaşamın olduğu her yerde böyle
durumlarda elitlerin, imtiyazlı ve
ayrıcalıklı sınıfın güçleri toplumsal birlik yönünde bir kayıtsızlık ve
aymazlık içine girdiğinde, emphatic ezilenler
kendi aralarında empatiyi güçlendirerek şiddet yoluyla yeni ayrıcalıklar ve
sosyal farklılıklar gerçekleştirmek üzere toplumsal hareket başlatırlar.
Biz sanatçılar, toplum kapasitesini oluşturan bilinç düzeyi ile
toplumsal bağı kuvvetlendiren duygusal düzey arasında köprü kurmanın hem
sorumlusu hem de güvencesiyiz. Sanatçılar toplumda bilinç ve duygu yayan
insanlardır. Onlar toplumun yukarıdan aşağıya var olan sınıf ve tabakalarında sürekli
dolaşırlar. Uyum ve her türlü yaratıcılık yeteneğine sahip olan sanatçılar bu
yönleriyle melezdirler. Onlar, sahip oldukları kapasite sayesinde toplumun
altından girip üstten çıkabilirler. Sosyal elitlerce kendilerine sağlanan
imtiyazları kabul etmedikleri sürece sanatçılar bu niteliklerini ve işlevlerini
kaybetmezler. Tersi olması durumunda, bu sanatı, sanatın üstlendiği misyonu ve
onun varlık nedenini yok eder. Sanatçılar toplumdaki dolaşımda farklılıklar arasında aracı
bir köprü olmayı kabul etmediklerinde, bir toplumsal yapı döneminden, onun
ürettiği sorunların çözümsüz kalmasından ve değişmez katı durumlarından sorumlu
olurlar.
Sanatçılar toplumda tek tek bireylerle, tabaka ve sınıflara,
toplumun bütün kolektif bağlamlarıyla duygusal ilişki içindedir. Toplumsal uyum
ve istikrar için politikacılar gerçekte böyle bir toplumsal sorumluluk duymazlar. Onların savaş
istemekten, iki krallığı birbirine düşürmeyi kararlaştırmaktan başka
ilgilendikleri bir toplumsal sorun yoktur.(**) Bunun da anlamı ek olarak
bütçeden eğitim payını, sağlık ve hizmet giderlerini ve hepsinden çok
sanatçıların beslendiği kaynakları kısıtlama ve aşağıya çekmek demektir.
Büyük soykırım ve savaş için bu işleyen önemli bir aygıttır. Bu
nedenledir ki II. Dünya savaşında bile sanatçı siyasetçiden farklı olarak sanatçı
kaldı. Öyle de olsa bu yine de klasik bir paradokstur.
Fakat, bizler, sanatçılar
politikacılara neyi ne kadar ve
ne için vermemiz gerektiğini bilmekten sorumluyuz. Onları biz idare ediyoruz; bize bağlı, bizim altımızdadırlar. Şimdiye kadar bu gerçeği bilmiyorduk, fakat şimdi artık
biliyoruz. Biz sanatçıyı oynamak zorundayız ve Hitleri oynamaya çalışanları durdurmalıyız.
Bu yazı dahil, biz rolümüzü oynamayı sanat yapmakla veya
yapmamakla yerine getiriyoruz. Bir bina içindeki kaldıraç gibi ne kadar
çalışırsak, bir toplumdaki fikirlerin aşağıdan yukarıya çıkarılması gibi,
sosyal yapııa dipten doruğa etkilemek, o kadar daha iyi olur; böylece şiddet ve
ayrımcılıkla boğuşan bir toplum ve kültür yönetimi, bir toplumun bilinç ve duygu düzeyi arasındaki
dengesizliği de bertaraf edebilir.
Sanatçılar toplumda bir asansör gibi işlevsel bir rol oynarsa,
Rousseau’nun düşündüğü gibi, “Toplumsal Sözleşme” hayat kazanır, işler.
Sanatçılardan yoksun bir toplum yok olmaya mahkumdur.
Sanatçının toplumda görevi vardır, insan sorumluluğu,
olanaklar, ayrıcalık ve yükümlülükler, kendisi rolünün farkında olmasa da,
bütün bunlar onu bir toplumsal komplekste düzenleyici, ayar verici bir rol
oynaması yönünde bir fonksiyon ortaya koymasını sağlar. Sanatçılar toplum
içinde, kompleks düzenleyiciler olarak düşünülür.
Komediyenler, dansçılar, anlatıcılar, aktörler sanatçılar
içinde en önemli kesimi temsil ediyorlar. Bunların kitle ve toplumsal
kesimlerle ilişkileri çok genişçe ve yaygındır. Onlar en geniş dinleyici ve izleyicilere
ulaşıyorlar. Sessiz yazarlar, düşünürler, yenilikler üretenler, komediyenlerin
sahnede oynayacakları oyunu yazarlar. Sanatın bu anlamı eleştirmenleri sıkar,
onları açıkça rahatsız eder. Sanat yine de bu yönüyle konuşmaya devam eder.
Toplum içindeki diğer insanlar belirttiğim bu işleri yerine getiremezler. Onlar
doğuştan bir sanatçının niteliklerinden yoksundurlar. Kendi kuşağımdaki
sanatçılara bakarak, yeterince güçlü ve sayıca fazla olmalarına, benim onlar
için yaptıklarım kadar kendilerinin bu anlamda nitelikli rol oynadıklarına pek
itimat etmiyorum. Bu da gelecekte bir savaşın olacağını gösteren temel nedenlerden
biridir. Sanatın içindeki yücelik yoksunluğu gelecekteki savaşın ana sebebidir.
Biz başarmadıkça, bu yapıyı değiştirmedikçe, varlığımızın politik niteliğini anlamadıkça;
yaşama hakkından yoksun olacağız demektir.
Benim belirttiklerim insan türünün yazgısına parmak basıyor.
Seçim ve tercihlerimiz bakımından bu yazılanlar çok yararlıdır: Yaratıcı olmak,
yaşamı savunmak ve varlığımızdan hoşnut
olmak…
İyimser olmak, aptal olmakla aynı değildir: “ Evet, Başarabiliriz”
demek. Bu çok ciddi bir başlangıçtır.
(*) Bu yazı, yazarın WAR AND VİOLENCE adlı çalışmasından alınmış olup yazarımız Ahmed Kaymak tarafından çevrilmiş ve yazıya uygun yan başlık,Sanatçının Rolü, çeviren tarafından atılmıştır.
(*)A Film by Amenabar
(**) Yazarın bu duruma ilişkin gösterdiği örnekler ve karşılaştırmalar, başlık konusuyla pek ilintili olmadığından, original metinde yer alan cümlelerin bir kısmını atladık - ÇN
(**) Yazarın bu duruma ilişkin gösterdiği örnekler ve karşılaştırmalar, başlık konusuyla pek ilintili olmadığından, original metinde yer alan cümlelerin bir kısmını atladık - ÇN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder