Ahmed Kaymak
İnsan özürlüğü bilmiyorsa,
özgürdür. Özgürlük nedir sorusu bu bağlam içinde ele alınır alınmaz, mutluluk
istemi bu sorunun verilecek yanıtında hevesle kendine bulacağı bir yer arar. Mutluluk
ve özgürlük bu bakımdan birbirinden soyutlanamazlar. Ama ikisinin aynı şeyler
olmadıklarını belirtmek gerekir. Özgürlük, bir hareketi; mutluluk bir durumu
ifade eder. Ne yaparsak yapalım biri daha çok düşünseldir, diğeri az çok
duygusaldır. (Durum ve hareket ileriki bölümlerde ayrıca tanımlanacaklardır.) Bunlar bir bilince dönüşmedikleri sürece,
doğal uyumu aşmak ve huzuru bozan duruma
etki eden faktörlerin baskısını azaltmak olanaksızdır. Mutluluk bir istek
haliyken özgürlük bir eylem ve hareket tarzı olarak açığa çıkar. Birey yeyip
içerek doyar ve sorumsuz yaşar. Onun doğal ve psikolojik dürtülerini kısıtlayan
bir etken olmadığı sürece bu doğal doyumu ve huzuru korumak onun için temel bir
amaçtır. Mutlu olma istemi olmadığı için özgürlük bilinci bu durumda dışarıda
kalır. Doğal bireyin dünyası sınırlıdır; istekleri sınırlıdır; eylem ve
hareketleri de sınırlıdır ve eylemleri sınırlı bir alanda sınırlı amaçlar için
gerçekleşir. Mutluluk ve özgürlükse dinamik taleplerdir ve bu sınırları eylemle
aşar. Birey doğayla olan ilişkilerinde böylece karşı karşıya gelir ve bir tavra
sahip olur, sosyalleşir. Buraya kadar özgürlük ve mutluluk kavramı doğal
bireyin dünyasında bulunmaz; ama kavram sosyal
yaşamın bünyesinde yavaş yavaş filizlenmeye başlar. Tekrar kavram, özne ile
obje arasındaki ilgi ve bu ilginin durumu ifade formudur, o, bir bilgi kültürü,
bir formlar ve ilgiler bütünlüğüdür. Bilinç de burada yeşerir ve kültürel bir
komplekse doğru yayılarak açılır. Mutluluk ve özgürlük bilinci böylece
kültürel, insansal bir olgu olarak bir bütünlüğe ulaşır ulaşmaz bireyden eylem
talep etmeye başlar. Doğal, sosyal ve kültürel bağlamlar artık karşıt birer kutupta değil, bir
bütünlük içinde karmaşık, dinamik, gelişme ve ilerleme diyalektiklerini
çatıştıran çok yönlü hiyararşik bir
toplumsal düzen ve yapıda iç içe geçerler. Mutluluk ve özgürlük bu kompleks
içinde sadece bireysel bir istem ve eylem olarak değil, toplumsal içeriğe ve
yapıya seslenen ve giderek evrensel bir ereği ve çağrıyı temsil eden motivasyonlar
olarak psikolojik ve politik atmosferi güçlendirirler.
İnsanlık tarihinde
doğal uyum sosyal bir yöne evrilip birey
ve toplum ilişkileri kültürel temel üzerinde karşıt bir tavır alışa dönüştükten
sonra, insana ve çevresine ait ne varsa gelişmenin ve ilerlemenin birer itici
öğeleri olarak daha etkin bir biçimde işlev görmeye başladı. Birey ve toplum bu
bağlam içinde etkileşerek ilerleme olanaklarından yararlandılar. Sanat bu arada
toplumun maddi ve tinsel beklentilerinin yanı sıra toplumda ve tek tek insanlarda bir beğeni
kültürünün oluşmasında baş rolü oynadı.Sanatın kaynağı doğa ve toplum,
mimarıysa yaratıcı bireydir, sanatçıdır.Kolektif kuşkuya ilk yanıt
sanatçılardan gelmiştir.İlk somut formlar, alet ve araçlar sanatçıların doğal
saflığa el atmalarıyla biçimlendiler.İnsan böylelikle doğadan kısmen koparken
birdenbire kendini doğal arketiplerinden farklı duygu tipleriyle iç içe buldu.
İnsan duyguları, ileri veya geri olsun, her toplumsal düzeyde, var olan
kültürle belirlenir. Uygarlık masalında trajedinin hep baş aktörü rolündeki
insan doğal değildi artık ve duyguları da doğal olmaktan çoktan kurtulmuştu.
Kültür doğaya karşıt temel bir insan etkinliği olduğuna göre onun ürettiği
duygular da doğaya karşıt nitelikleriyle toplumsal hayatın ruhunda, yani
boylamlarında ve toplumsal eylem sınırlarında, yani enlemlerinde tutarlı bir
karşıtlık içinde beraber var olmalıydılar.
İnsan bugün bile doğal
arketiplerin etkisinden çok bu kültürel temelin bağrından doğan düşüncülerin,
duyguların ve tutkuların bütünlüğü içinde hareket eder; bu bütünlüğe göre
umutlarını ve geleceğe ilişkin düşlerini kurar. Doğal insana ait düşündüğümüz
duygulanımlar; heyecan ve korku, acı ve
haz, açlık gerilimi gibi fiziksel ve biyolojik haller kültürel fenomenler
değildirler. Bunlar aracılığıyla değişen insan ruh durumunun gerilimleri de
psikolojik değildirler.
Önceki bölümlerde
belirttiğimiz gibi kültürden yoksun doğal
insanın bir psikolojisi yoktur. Gerçi kimi psikolojistler ve bağlı
bulundukları ekoller, hayvanın bir psikolojisi olduğunu ileri sürseler de Amed
Ekolü, bu iddiaları ciddiye almamaktadır. Bize göre varlıkta psikoloji tıpkı bilinç gibi kültürel fenomenlerden
biridir ve son çözümlemede bilinç tarafından belirlenmektedir. Bilinci bozan
koşullar elbet çoğunlukla dışsal kültürel etmenlerdir. Sonuçta bozuk bilinç bozuk ruhu
yönetir. Doğal varlıklar biyolojik arketiplere ve reflekslere uygun şartlanmış
olarak her şeyleriyle kültürel varlıktan farklarını sonsuza kadar devam
ettirirler. Doğal insan, herhangi bir doğal varlık gibidir. Onun bir bilinci bir psikolojisi yoktur. Hayvanın psikolojisi olduğunu söylemek, hayvanın bir bilinci olduğunu kabul etmek demektir. Freudian gelenek bu gerçeği özellikle göz ardı etmeye eğilimlidir. Doğal varlıkların, hayvanların bir psikolojisi olduğunu ileri sürenler bu savlarını herhangi bir doğal varlık veya herhangi bir hayvan üzerinde kanıtlayabilmiş değiller. Böyle düşünen psikolojistler bu yöndeki iddialarını daha çok keyfi ve metafizik yargılara dayandırıyorlar. Nevrotik bir hayvana rastladığını kim ileri sürebilir?
Özgürlük de bilincin
bir talebidir. Bu talep mutluluk vaad eder. Bütün insan kaygıları, tutkuları ve
arzuları bunlar tarafından koşullandırılır.
Hayvanlarda ve doğal insanda bunların varlığına rastlayamazsınız.
Doğal “duygular” ile kültürel duygular
birbirlerinden farklıdırlar; hatta karşıttırlar. Bir sonraki bölümde bunları
birbirinden ayıracağız ve aralarındaki
farklar üzerinde duracağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder