3 Nisan 2015 Cuma

İnsan Üzerine ( IX )



  Ahmed Kaymak  
İnsan özürlüğü bilmiyorsa, özgürdür. Özgürlük nedir sorusu bu bağlam içinde ele alınır alınmaz, mutluluk istemi bu sorunun verilecek yanıtında hevesle kendine bulacağı bir yer arar. Mutluluk ve özgürlük bu bakımdan birbirinden soyutlanamazlar. Ama ikisinin aynı şeyler olmadıklarını belirtmek gerekir. Özgürlük, bir hareketi; mutluluk bir durumu ifade eder. Ne yaparsak yapalım biri daha çok düşünseldir, diğeri az çok duygusaldır. (Durum ve hareket ileriki bölümlerde ayrıca tanımlanacaklardır.)  Bunlar bir bilince dönüşmedikleri sürece, doğal uyumu aşmak ve huzuru bozan  duruma etki eden faktörlerin baskısını azaltmak olanaksızdır. Mutluluk bir istek haliyken özgürlük bir eylem ve hareket tarzı olarak açığa çıkar. Birey yeyip içerek doyar ve sorumsuz yaşar. Onun doğal ve psikolojik dürtülerini kısıtlayan bir etken olmadığı sürece bu doğal doyumu ve huzuru korumak onun için temel bir amaçtır. Mutlu olma istemi olmadığı için özgürlük bilinci bu durumda dışarıda kalır. Doğal bireyin dünyası sınırlıdır; istekleri sınırlıdır; eylem ve hareketleri de sınırlıdır ve eylemleri sınırlı bir alanda sınırlı amaçlar için gerçekleşir. Mutluluk ve özgürlükse dinamik taleplerdir ve bu sınırları eylemle aşar. Birey doğayla olan ilişkilerinde böylece karşı karşıya gelir ve bir tavra sahip olur, sosyalleşir. Buraya kadar özgürlük ve mutluluk kavramı doğal bireyin dünyasında bulunmaz;  ama kavram sosyal yaşamın bünyesinde yavaş yavaş filizlenmeye başlar. Tekrar kavram, özne ile obje arasındaki ilgi ve bu ilginin durumu ifade formudur, o, bir bilgi kültürü, bir formlar ve ilgiler bütünlüğüdür. Bilinç de burada yeşerir ve kültürel bir komplekse doğru yayılarak açılır. Mutluluk ve özgürlük bilinci böylece kültürel, insansal bir olgu olarak bir bütünlüğe ulaşır ulaşmaz bireyden eylem talep etmeye başlar. Doğal, sosyal ve kültürel bağlamlar artık karşıt birer kutupta değil, bir bütünlük içinde karmaşık, dinamik, gelişme ve ilerleme diyalektiklerini çatıştıran çok yönlü  hiyararşik bir toplumsal düzen ve yapıda iç içe geçerler. Mutluluk ve özgürlük bu kompleks içinde sadece bireysel bir istem ve eylem olarak değil, toplumsal içeriğe ve yapıya seslenen ve giderek evrensel bir ereği ve çağrıyı temsil eden motivasyonlar olarak psikolojik ve politik atmosferi güçlendirirler.
İnsanlık tarihinde doğal uyum sosyal bir yöne evrilip  birey ve toplum ilişkileri kültürel temel üzerinde karşıt bir tavır alışa dönüştükten sonra, insana ve çevresine ait ne varsa gelişmenin ve ilerlemenin birer itici öğeleri olarak daha etkin bir biçimde işlev görmeye başladı. Birey ve toplum bu bağlam içinde etkileşerek ilerleme olanaklarından yararlandılar. Sanat bu arada toplumun maddi ve tinsel beklentilerinin yanı sıra  toplumda ve tek tek insanlarda bir beğeni kültürünün oluşmasında baş rolü oynadı.Sanatın kaynağı doğa ve toplum, mimarıysa yaratıcı bireydir, sanatçıdır.Kolektif kuşkuya ilk yanıt sanatçılardan gelmiştir.İlk somut formlar, alet ve araçlar sanatçıların doğal saflığa el atmalarıyla biçimlendiler.İnsan böylelikle doğadan kısmen koparken birdenbire kendini doğal arketiplerinden farklı duygu tipleriyle iç içe buldu. İnsan duyguları, ileri veya geri olsun, her toplumsal düzeyde, var olan kültürle belirlenir. Uygarlık masalında trajedinin hep baş aktörü rolündeki insan doğal değildi artık ve duyguları da doğal olmaktan çoktan kurtulmuştu. Kültür doğaya karşıt temel bir insan etkinliği olduğuna göre onun ürettiği duygular da doğaya karşıt nitelikleriyle toplumsal hayatın ruhunda, yani boylamlarında ve toplumsal eylem sınırlarında, yani enlemlerinde tutarlı bir karşıtlık içinde beraber var olmalıydılar.
İnsan bugün bile doğal arketiplerin etkisinden çok bu kültürel temelin bağrından doğan düşüncülerin, duyguların ve tutkuların bütünlüğü içinde hareket eder; bu bütünlüğe göre umutlarını ve geleceğe ilişkin düşlerini kurar. Doğal insana ait düşündüğümüz duygulanımlar; heyecan ve korku, acı  ve haz, açlık gerilimi gibi fiziksel ve biyolojik haller kültürel fenomenler değildirler. Bunlar aracılığıyla değişen insan ruh durumunun gerilimleri de psikolojik değildirler.
Önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi kültürden yoksun doğal  insanın bir psikolojisi yoktur. Gerçi kimi psikolojistler ve bağlı bulundukları ekoller, hayvanın bir psikolojisi olduğunu ileri sürseler de Amed Ekolü, bu iddiaları ciddiye almamaktadır. Bize göre  varlıkta psikoloji tıpkı bilinç gibi kültürel fenomenlerden biridir ve son çözümlemede bilinç tarafından belirlenmektedir. Bilinci bozan koşullar elbet çoğunlukla dışsal kültürel etmenlerdir. Sonuçta bozuk bilinç bozuk ruhu yönetir. Doğal varlıklar biyolojik arketiplere ve reflekslere uygun şartlanmış olarak her şeyleriyle kültürel varlıktan farklarını sonsuza kadar devam ettirirler. Doğal insan, herhangi bir doğal varlık gibidir. Onun bir bilinci bir psikolojisi yoktur. Hayvanın psikolojisi olduğunu söylemek, hayvanın bir bilinci olduğunu kabul etmek demektir. Freudian gelenek bu gerçeği özellikle göz ardı etmeye eğilimlidir. Doğal varlıkların, hayvanların bir psikolojisi olduğunu ileri sürenler bu savlarını herhangi bir doğal varlık veya herhangi bir hayvan üzerinde kanıtlayabilmiş değiller. Böyle düşünen psikolojistler bu yöndeki iddialarını  daha çok keyfi ve metafizik yargılara dayandırıyorlar. Nevrotik bir hayvana rastladığını kim ileri sürebilir?
Özgürlük de bilincin bir talebidir. Bu talep mutluluk vaad eder. Bütün insan kaygıları, tutkuları ve arzuları bunlar tarafından koşullandırılır.  Hayvanlarda ve doğal insanda bunların varlığına rastlayamazsınız.
Doğal “duygular” ile kültürel duygular birbirlerinden farklıdırlar; hatta karşıttırlar. Bir sonraki bölümde bunları birbirinden ayıracağız ve  aralarındaki farklar üzerinde duracağız.

Hiç yorum yok: