1 Şubat 2015 Pazar

Üç Din, Üç Kadın, Bir Özgürlük






Ahmed Kaymak 
Bettany Hughes, bir tarihçi olmanın ötesinde konusuyla ilgili aktüel olguları da araştırma verileri içinde ele almasıyla bütünlüklü ve kapsayıcı hipotezlerin oluşma zeminini hazırlayan önemli bir bilim kadınıdır. Onun çalışmalarını yakından izleyenler, araştırmalarında sıkıcı olabilecek pek fazla bir şey bulamazlar. Tarihin şu anda hala insanlığı ilgilendiren hangi konusunu ele alırsa alsın, insanın varlık kaynağı olan kadın figürünü ve kadında somutlaşan sexsuel cazibeyi çalışma çerçevesinin içindeki tabloya belirgin tonlarda yaydığını, sanattan anlayan anlamayan herkes ilk bakışta fark eder. O, var olan çalışmalarında dar görüş oluşturabilecek ideolojik ve politik argumanları öne çıkartacak kanıtlar gösterme peşinde değil. Bu durum özellikle geri kalmış ülkelerin feministleri tarafından pek haz edilmese de onlara, kendilerini gözden geçirmeleri için birçok açıdan ışık tutabilecek verilerin değerini azaltmıyor.


Halbuki yaşadığımız bu çağda ve zamanlarda; bugünün dinsel ve ideolojik imaj ve figürlerin kaynaklarına ilişkin çalışmaları içeren tarihsel verilere en çok apolotize edilmiş agresif feministlerin, manastır kölelerinin, sinagog hizmetçilerinin ve birer seks aleti olmaktan öteye hiçbir değerleri olmayan, kara gölgeler gibi efendilerinin arkasında koşuşturmayı edep ve marifet sayan ruhsuz kadınlarımızın ihtiyacı var.


Apolitik feministlere göre egemen olan her şey erkektir.  Bu bakış açısı devrimci bir eğilimin doğasının ürünü olarak değil, çatışmanın her türünü her şeyde açık ve gizli harekete geçiren kapitalist toplum doğasının bir ürünüdür. Tanrıdan ve kapitalist sistemden önce erkeği öldürmeyi tasarlayan bu bakış açısı kendi içinde gizli bir dindarlığı benimsediğini fark etmez bile. Cinsiyeti olmayan bir sistemin ve cinsiyetsiz iktidarın kırbaçlı erkek hayaleti odalarının içine dek sızarak onları tehdit altında tutmaya muktedir olabiliyor. Bilinç altına çektikleri bütün korkuları, istek ve tutkuları bu hayaletin homurtuları altında birer sayıklamaya dönüşüyor. Bu hayalet erkektir! Bu hayalet bilgi ağacının meyvesini kollayan bekçidir! Feminist dine göre bu ruhsuz hayaletin iktidarı değil, varlığı sorundur. Feministler iktidarı hiç olmamış bu iktidarsız erkeği, idealize ettikleri daha güçlü bir iktidar için kurban edilmesi gereken bir varlık olarak görürler: Bilgi Ağacı kaçamağı ve Yılanla(idealize edilmiş iktidarla) buluşup kur yapma fırsatı böyle elde edilir…


Sorun şu ki, feminist ideoloji de zamanla kendi gerçekliğinden koparak ideolojik ve politik bir yenilgi yaşadığının nedenlerini sorgulamalıdır. Feminizmin masumiyeti böylece ortaya çıkar ve onun politikleşmesi önündeki engeller daha kolay aşılır. Yoksa feminizm de tarihsel bir sosyal olgu olarak, kendi dışında kendisi için şekillendirmeye çalıştığı dogmatizmin pençesinden kurtulamaz.  


Öte yandan din ve dogmatik ideoloji işbirliği sonucunda hayatları ve ruhları tüketilen ve hayatın anlamını kendi varlığının merkezinin dışında arayan kadınlar için de böyle bir çaba büyük etkilere yol açacaktır. Kadın geçmişine bakmalı, gücünün kaynağının farkına varmalıdır. Eski dinlerden ve felsefi dogmalardan kurtularak insanlığı kölece bir boyun eğişe iten her şeye topluca müdahale edebilecek gücün kadında merkezileştiğini, tarihe kısa bir göz atmalarıyla görmeleri mümkündür.


Feminizmin süreç içinde yozlaşan felsefesi etrafında topaç gibi dönen şaşkın kadınların daha çok işbirliğine yatkın oldukları efemine yoldaşlarıyla gerçekleştirmeyi hayal ettikleri devrim bugün nasıl bir karşı devrim argumanına dönüşmüşse, kendi hayatlarını dinsel uydurmalara adayan ve erkekten kurtuluşun gerçek hayatın ötesinde olduğunu varsayan zayıf kapasiteleriyle  toplumsal yaşamı terbiye edeceğine inanan kadınların hayal ettikleri dünya iki tarafa da kölelikten başka bir gelecek vaad etmiyor.


Tanrısal gücü ve etkisi böylece iğdiş edilen kadın, oynayabileceği tarihsel devrimci rolüne ve kendi varlığına yabancılaştırılmış bir yazgıya bağlanmış görünüyor. Ailenin, toplumun ve sosyal düzenin kurucu temeli olan kadın bu yazgıya başkaldırmadığı sürece, insanlık için özgür bir gelecek hayal olacaktır.


İnsanlık bir bütündür.


İnsanlık ezildikçe, en çok kadınlar ezilecektir. Değişimin ve devrimin dinamosu, onlardır. Bu dinamo geri sardığında kadınlar için felaket, ileri sardığında bir bütün olarak insanlık kazanacaktır.


Tanrısal güç her zaman kadında olmuştur. Tarih bunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Geçmişte Tanrısal-kurumsal bir gücü,rolü ve saygınlığı olduğu için var olan bütün dinlerin kaynağındaki biricik öge ve imaj kadındır: Asterta, İştar, İnana, İlah, Afrodite, Kibele…


Judaizmin, Hristiyanlığın ve İslam dininin kurucu aktörleri de hep kadınlar olmuştur: Gomer, Magdelalı Meryem ve Hz Ayşe..


Bugün bu üç dini kapsayan öğretiler ve üç kitap; Torah, İncil ve Kur’an bu üç kadının esreleridir.


Çarpık ve geri birer bilgiye dönüşüp bugünkü hayatta geçerlilikleri kalmayan dinsel öğretilerden ve bugün özgürlüğe doğru adım adım ilerleyen hayatı dogmatik ideolojik ve politik iddialardan da kurtaracak olan başta kadınlardır. Bilimsel düşünmenin ve gerçek özgürlüğün yeni temellerini de onlar atacaktır.

Hiç yorum yok: