28 Şubat 2015 Cumartesi

İNSAN ÜZERİNE ( VIII )







  Ahmed Kaymak   
İnsanı hayvandan farklı kılan, onun biyolojik yapısı ve sosyal yeteneği değil; onun kültürel niteliği ve maddi ilişkiler içindeki pratik etkinliğidir. Birey doğar doğmaz kendini bu kültürel ortamın koruduğu maddi ilişkilerin bir eklentisi olarak görür. O artık önceden belirlenmiş toplumsal kurallar ve benimsenmiş geleneksel değerlerin bir mirasçısıdır. Hayvan yeteneklidir; ama onun bu nitelikleri ve sürü koşulları içinde önceden hazırlanmış böyle bir olanağı yoktur. Öyle de olsa insan da tıpkı bir hayvan yavrusu gibi doğup içine düştüğü önceden hazırlanmış sosyal ve kültürel ortama yabancıdır: İnsan değildir; kendine ait bir dili, o ortama uygun bir alışkanlığı,  bir davranışı bile yoktur. Anne baba ve toplum açıktan kabul etmeseler de onu evcilleştirmek için seferber olurlar. Modern toplumlarda bireye olan temel ilgi, onun evcilleştirilmesi üzerine kurgulanmıştır. Böylesi toplumlarda bireye ait doğal ve kültürel özel güç ve yetenekleri sınama iradesi kurulu düzene aittir;  bunların geliştirilmesine veya sınırlandırılmasına o toplum düzeni karar verir. Sınırsız güç ve yetkiyle donanmış modern toplumsal düzenler, kucağa yeni alınan bir bebek-insan için daha başlangıçta tehlikeli bir girdaptır: Bu renksiz ve hareketsiz görünen girdap onu yaşamı boyunca evire çevire kendi derinliğine çekip yutar.
Doğal toplumlarda genel durum tam böyle olmasa da bireyin psikolojik boylamları ve sosyal enlemleri  benzer kurulu bir kapan tarafından şekillenmeye bırakılır. Böyle toplumlarda birey ailenin ekonomik,  kabileninse gelecekteki siyasi gücüdür. Aslında bir araçtır, günün birinde aile ve kabile için işe yarayacak ekonomik ve politik bir eşya. Çırıl çıplak doğar ve bir süre sonra çırıl çıplak çevreye bırakılır. İşe yaraması için onun da çetin sınavlardan geçmesi gereklidir. Bütün bunlar katı bir disiplin altında sinsi bir hoşgörü gözetiminde gerçekleşir. Bu sevimli senaryo onun bireyselliğini iğdiş eder ve kabile ile özdeş bir figüre dönüştürür. Ekonomik ve politik yetenekler desteklenip ödüllendirilirken bireysel istek ve tutkular kabile düzeninin kalıplarına uymaya zorlanır. İstek ve tutku doğal dürtüler değil, kültürel ve sosyal belirlenimlerin birer ürünleri olarak bireyin kişilik ve kimlik bağlamları içinde psikolojik boylamlarca kararlaştırılan “fantezilerdir”.
Modern toplumlarda görünürde birey bölünemez bir kişilik biçiminde açıklanırken, onun özünü kuşatan bireysel kişiliği ve toplumsal kimliğinin kendisine yabancı faktörlerce belirlendiği gizlenmeye çalışılır. Bölünmüş bir birliğin öznesidir o. Yaşamında istek ve tutkuları toplumu değil yalnızca kendisini ilgilendiriyormuş gibi tezahür eder. Birey olmak için diğer bireyleri itip geride bırakması gerekir. Doğal toplumların bireyi nasıl ekonomik ve siyasi bir güçse, kapitalist toplumlardaki birey öyle  teknik ve ticari bir metadır. Pazarda bir yeri, bir konumu ve bir kalitesi yoksa, kapitalist toplum bireyinin herhangi bir değeri de yoktur. O çetin rekabetin hem öznesi hem de nesnesidir; tutku yüklü ve toplumdışıdır.
Doğal topluluklarda bireysel tutkunun bu türüne pek rastlanmaz. Tutkunun doğası ağır gelişmeye eğilimlidir. Bireysel rekabet koşulları bu tarz topluluklarda olmadığı için birey bütün bir fenomen olarak hareket eder; kişiliği ve ilişkileri bütünün bir parçası olarak şekillenir. Mutluluğu bilmediği için mutsuz değildir. Bu topluluklar içinde doğan bireyin özel potansiyel yetenekleri özel tutkularından daha fazla bir değere sahiptir ve bunlar genellikle toplum (kabile) tarafından kararlaştırılırlar. Doğar doğmaz var olanın yasaları onu kucaklar ve var olanla bütünleştirir. Yaşamı boyunca o artık var olanın içinde edindiği yer ve konumda üstlendiği rolü oynamakla yükümlüdür. Tutkuları gibi kendisi de toplumsaldır. O’nun toplumsal niteliğinin koşulu var olanı kararlıca korumak ve yaşatmaktır.
Pavlov’un köpekleri modern bireyi tanımlamak için nasıl uygun bir örnekse, Jack London’un küçük kurt’u (Little Cub) doğal toplum bireyini tanımlamak için öyle uygun bir örnek olarak gösterilebilir. Birincilerin doğasına yapılan müdahale ile bütün biyolojik ve ruhsal dünyaları koşullanan hayvanlar, kendi varlık koşulları için gerekli olanın dışında başka bir şeye tepki vermezlerdi. Öte yandan J. London’ın  Little Cub’ü  dış dünyaya karşı oldukça dikkatli ve duyarlıydı. Doğasına yapılmak istenen müdahalelere karşı olağan üstü bir güçle direniyordu. Dayanılmaz eziyet ve işkencelere rağmen var olan doğasını korumak için köpekleşmeyi kabul etmedi. Katışıksız doğal dürtü ve tutkusu onun insanların sınırlandırmaya çalıştığı özgürlük inadında ısrar etmesi için yeterliydi.
William Reich'in köpeği ise hemen hemen kısıtlanmamış, tehdit edilmemiş, horlanmamış ve dışlanmamış konumuyla kendine olan öz güveni koruyan iki türden farklı üçüncü bir figürü temsil ediyor. Franse De Wall'un maymunları; Şempanzeler, Makakalar ve Bonobonlar sosyal davranışları ve karakteristik eğilimleri bakımından insanın sosyal davranışları ve karakteristik kültürel eğilimleriyle bir çok yönden benzeşen ilişkilerin varlığını doğruluyor.De Wall'ın gözlemleri bize modern insanın parçalanmış bir varlık olduğunu söylemeyi mümkün kılıyor: Bu parçalanış tek boyutlu değil, üç boyutludur: Doğal, sosyal ve kültürel parçalanış... Pavlov, Jack London ve William Reich üzerinden vermeye çalıştığımız örnekler ayrıca modern insan kişiliğine indirgendiğinde sözü edilen parçalanışın benzer görünümlerle ilişkilere sızdığı, bunun istek ve tutkulara yön verdiği rahatlıkla ileri sürülebilir.

Hiç yorum yok: