Ahmed Kaymak
İnsanı hayvandan
farklı kılan, onun biyolojik yapısı ve sosyal yeteneği değil; onun kültürel niteliği
ve maddi ilişkiler içindeki pratik etkinliğidir. Birey doğar doğmaz kendini bu
kültürel ortamın koruduğu maddi ilişkilerin bir eklentisi olarak görür. O artık
önceden belirlenmiş toplumsal kurallar ve benimsenmiş geleneksel değerlerin bir
mirasçısıdır. Hayvan yeteneklidir; ama onun bu nitelikleri ve sürü koşulları
içinde önceden hazırlanmış böyle bir olanağı yoktur. Öyle de olsa insan da
tıpkı bir hayvan yavrusu gibi doğup içine düştüğü önceden hazırlanmış sosyal ve kültürel ortama
yabancıdır: İnsan değildir; kendine ait bir dili, o ortama uygun bir
alışkanlığı, bir davranışı bile yoktur. Anne
baba ve toplum açıktan kabul etmeseler de onu evcilleştirmek için seferber
olurlar. Modern toplumlarda bireye olan temel ilgi, onun evcilleştirilmesi
üzerine kurgulanmıştır. Böylesi toplumlarda bireye ait doğal ve kültürel özel
güç ve yetenekleri sınama iradesi kurulu düzene aittir; bunların geliştirilmesine veya
sınırlandırılmasına o toplum düzeni karar verir. Sınırsız güç ve yetkiyle
donanmış modern toplumsal düzenler, kucağa yeni alınan bir bebek-insan için
daha başlangıçta tehlikeli bir girdaptır: Bu renksiz ve hareketsiz görünen
girdap onu yaşamı boyunca evire çevire kendi derinliğine çekip yutar.
Doğal toplumlarda
genel durum tam böyle olmasa da bireyin psikolojik boylamları ve sosyal
enlemleri benzer kurulu bir kapan
tarafından şekillenmeye bırakılır. Böyle toplumlarda birey ailenin ekonomik, kabileninse gelecekteki siyasi gücüdür.
Aslında bir araçtır, günün birinde aile ve kabile için işe yarayacak ekonomik
ve politik bir eşya. Çırıl çıplak doğar ve bir süre sonra çırıl çıplak çevreye
bırakılır. İşe yaraması için onun da çetin sınavlardan geçmesi gereklidir.
Bütün bunlar katı bir disiplin altında sinsi bir hoşgörü gözetiminde
gerçekleşir. Bu sevimli senaryo onun bireyselliğini iğdiş eder ve kabile ile
özdeş bir figüre dönüştürür. Ekonomik ve politik yetenekler desteklenip
ödüllendirilirken bireysel istek ve tutkular kabile düzeninin kalıplarına uymaya
zorlanır. İstek ve tutku doğal dürtüler değil, kültürel ve sosyal
belirlenimlerin birer ürünleri olarak bireyin kişilik ve kimlik bağlamları
içinde psikolojik boylamlarca kararlaştırılan “fantezilerdir”.
Modern toplumlarda
görünürde birey bölünemez bir kişilik biçiminde açıklanırken, onun özünü
kuşatan bireysel kişiliği ve toplumsal kimliğinin kendisine yabancı faktörlerce
belirlendiği gizlenmeye çalışılır. Bölünmüş bir birliğin öznesidir o. Yaşamında
istek ve tutkuları toplumu değil yalnızca kendisini ilgilendiriyormuş gibi
tezahür eder. Birey olmak için diğer bireyleri itip geride bırakması gerekir.
Doğal toplumların bireyi nasıl ekonomik ve siyasi bir güçse, kapitalist
toplumlardaki birey öyle teknik ve
ticari bir metadır. Pazarda bir yeri, bir konumu ve bir kalitesi yoksa,
kapitalist toplum bireyinin herhangi bir değeri de yoktur. O çetin rekabetin
hem öznesi hem de nesnesidir; tutku yüklü ve toplumdışıdır.
Doğal topluluklarda bireysel
tutkunun bu türüne pek rastlanmaz. Tutkunun doğası ağır gelişmeye eğilimlidir.
Bireysel rekabet koşulları bu tarz topluluklarda olmadığı için birey bütün bir
fenomen olarak hareket eder; kişiliği ve ilişkileri bütünün bir parçası olarak
şekillenir. Mutluluğu bilmediği için mutsuz değildir. Bu topluluklar içinde
doğan bireyin özel potansiyel yetenekleri özel tutkularından daha fazla bir
değere sahiptir ve bunlar genellikle toplum (kabile) tarafından
kararlaştırılırlar. Doğar doğmaz var olanın yasaları onu kucaklar ve var olanla
bütünleştirir. Yaşamı boyunca o artık var olanın içinde edindiği yer ve konumda
üstlendiği rolü oynamakla yükümlüdür. Tutkuları gibi kendisi de toplumsaldır. O’nun
toplumsal niteliğinin koşulu var olanı kararlıca korumak ve yaşatmaktır.
Pavlov’un köpekleri
modern bireyi tanımlamak için nasıl uygun bir örnekse, Jack London’un küçük
kurt’u (Little Cub) doğal toplum bireyini tanımlamak için öyle uygun bir örnek
olarak gösterilebilir. Birincilerin doğasına yapılan müdahale ile bütün
biyolojik ve ruhsal dünyaları koşullanan hayvanlar, kendi varlık koşulları için
gerekli olanın dışında başka bir şeye tepki vermezlerdi. Öte yandan J. London’ın Little Cub’ü
dış dünyaya karşı oldukça dikkatli ve duyarlıydı. Doğasına yapılmak
istenen müdahalelere karşı olağan üstü bir güçle direniyordu. Dayanılmaz eziyet
ve işkencelere rağmen var olan doğasını korumak için köpekleşmeyi kabul etmedi.
Katışıksız doğal dürtü ve tutkusu onun insanların sınırlandırmaya çalıştığı
özgürlük inadında ısrar etmesi için yeterliydi.
William Reich'in köpeği ise hemen hemen kısıtlanmamış, tehdit edilmemiş, horlanmamış ve dışlanmamış konumuyla kendine olan öz güveni koruyan iki türden farklı üçüncü bir figürü temsil ediyor. Franse De Wall'un maymunları; Şempanzeler, Makakalar ve Bonobonlar sosyal davranışları ve karakteristik eğilimleri bakımından insanın sosyal davranışları ve karakteristik kültürel eğilimleriyle bir çok yönden benzeşen ilişkilerin varlığını doğruluyor.De Wall'ın gözlemleri bize modern insanın parçalanmış bir varlık olduğunu söylemeyi mümkün kılıyor: Bu parçalanış tek boyutlu değil, üç boyutludur: Doğal, sosyal ve kültürel parçalanış... Pavlov, Jack London ve William Reich üzerinden vermeye çalıştığımız örnekler ayrıca modern insan kişiliğine indirgendiğinde sözü edilen parçalanışın benzer görünümlerle ilişkilere sızdığı, bunun istek ve tutkulara yön verdiği rahatlıkla ileri sürülebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder