26 Ocak 2015 Pazartesi

İnsan Üzerine ( VI )






 Ahmed Kaymak    
Önceki bölümde konunun temel unsuru olarak ele alınan insanı şekillendiren temel maddi faktörlerin başında kültürel kompleksin geldiği vurgulanmıştı. Kuşkusuz bu kompleksi oluşturan daha belirleyici iticilerden biri de, diğer canlılarda olduğu gibi biyolojik bir varlık olarak insanın yaşamak için ihtiyaç duyduğu besini sağlama zorunluluğudur. Her canlı, her organik mikro birim bu biyolojik zorunluluğa bağımlıdır. Öte yandan bu gerçek tek başına canlı varlığın doğada ayakta kalması ve yaşamı devam ettirmesi için yeterli değildir. Canlıların içinde yaşadığı ortamı kuşatan ve etkileyen fiziksel koşullar ve faktörler de yaşamın devam ettirilmesinde belirleyici rol oynarlar. Biyolojik ve fizyolojik faktörler bir canlının yaşamı ve türünün devamı için baş edilmesi gereken temel zorunluluklardır. Bu koşullar altında ve bu etkileyici fiziklerle karşı karşıya olan bir bakteri bunlarla baş edecek bir yetenek kazanmamışsa, yaşama şansı yoktur. Birçok gelişmiş canlı türü ve soyu evrim yoluyla değil, bu yeteneği geliştirmemiş olması nedeniyle tükenmiştir. Bugün doğada her an var olup kendileri için uygun yaşam ortamları bulamayan sayısız organik canlının şaşırtıcı bir hızla her an tükendiğini varsaymak; ayrıca var olan gelişmiş türlerin soylarının endişe verici oranda tükenme riskiyle karşı karşıya olduğunu görmek zor değildir. Yaşam alanları ve fiziksel koşullar değiştikçe canlının yeni koşullara uyum sağlamasına ve yaşamaya devam etmesine karar veren uzun bir evrim tarihine ve bu yöndeki çetin mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu evrim tarihi kimilerini sonsuza dek gömerken, bu çetin mücadele de kimilerine sıra dışı bir üstünlük sağlar.

Biyolojik doğanın ve evrim tarihinin  bu iki temel katalizörü insanı mücadelede kullanabileceği sınırlı araçlara başvurmaya ve sınırlı olanakları kullanmaya zorlamıştır (homoekonomikus). İnsanın bu eğiliminin bir yeteneğe dönüşmesi ve giderek çeşitli tekniklerle perçinleşmiş olması, insana diğer hayvanlardan farklı bir nitelik kazandırdı: Onun organik ve biyolojik doğasına karşıt, doğal olmayan, Kültürel bir nitelik eklendi.

Bu çerçeve içinde doğal olmayan bu aktivitenin insanın doğal özelliklerini nasıl etkilediğine ve sonradan ona yine doğal olamayan ne tür başka devrimci nitelikler kazandırdığına ilişkin tartışmayı sürdürebilmek için bu kültürel kompleksin tarihini az çok somutlaştırmak önemlidir. Kültürel kompleksten önce insan bilinçli bir varlık değildir. Eldeki bulguların değerlendirilmesinden çıkan bugünkü bilimsel sonuçlara dayanarak söylersek Homoaffarensis evrim tarihinin bilinç oluşturan ilk insan türüdür. Kültürel süreç onunla başlıyor; doğaya, çevreye, ortamı ve koşulları paylaştığı kendinden üstün yırtıcılara karşı doğadan kopardığı araçlarla meydan okuyan ilk tür odur: Sopa, Taş ve ateş!

Sopanın itici gücü, taşın sertliği, ateşin yakıcı ve rahatlatıcı işlevleri insanın doğayla olan ilişkisinde o güne kadar olmayan yeni maddi, dar ve sınırlı sosyal ilişkiler örgüsüne yol açtı. İnsanda bu ilişkilerin bilinci (felsefe) yeşerdi. Bu işlevlere bağlı olarak oluşan bilinç insanı başı boş bir halden düzenli ve kalıcı sosyal gruplar oluşturmaya yöneltti: Kültürel alt yapının gelişip güçlenmesi için sosyal grubun fiziksel birliği taşın, sopanın ve ateşin fiziksel işlevleri kadar önemli (politik) bir ilerleme halkasıydı. Doğal duyu, sezgi ve yetenek aşılarak ilişkilere nüfuz eden kalıcı (psikolojik) duygu formları bireysel ve sosyal yaşama yayıldı. Bu sosyal ağın kültürel kutbunda kalıcı sevgi boylamı, geçici doğal cinsel çekime egemen oldu (homospritualitus). Bireysel ve sosyal aidiyet duygusu kapsam alanı ve ana hatları kalın çizgilerle belirlenmiş sorumluluk (etik) gibi bir ilke ile pekişti.

Kültürel kompleksin içini dolduran, onun gelişme ve genişleme sürecini hızlandıran  koşulların öznesi her şeye rağmen insandır. İnsanlık tarihini ve insanı kültürel temelin ürünü olarak değerlendirmek, kültürü insanüstü bir olgu  ve yetenek olarak değil, insanın bizzat ürünü olan bir olgu olarak değerlendirmektir.

Çevresini saran taşın karnındaki ateş, sopanın arada bir dürtmesiyle canlanıp yeniden alevlenmeye devam ederken, etrafındakilere verdiği huzur ve neşe kadar, insanın yaşama dair görüşünün belirsizliği de hep yeni  bir umuda işaret eden bir masala duyulan ihtiyacı karşılamaya gayret etmiştir!

Uygarlık, işte bu masalın bir ürünüdür.
Bu bölüme, tarihsel planda kültürel kompleksin ürettiği ilişkileri ve bu ilişkilerin yol açtığı devasa sonuçları olabildiğince özetleyerek sıkıştırmaya çalıştım. Bir sonraki bölümde hala ilgiyle dinlediğimiz bu kadim masalın ilişkilere, günlük bireysel tutum ve davranışları yönlendiren etkilerine, sosyal ve politik eğilimler üzerindeki yansımalarına özetle yer vereceğim..

Hiç yorum yok: