Ahmed Kaymak
Önceki bölümde konunun
temel unsuru olarak ele alınan insanı şekillendiren temel maddi faktörlerin
başında kültürel kompleksin geldiği vurgulanmıştı. Kuşkusuz bu kompleksi oluşturan
daha belirleyici iticilerden biri de, diğer canlılarda olduğu gibi biyolojik
bir varlık olarak insanın yaşamak için ihtiyaç duyduğu besini sağlama
zorunluluğudur. Her canlı, her organik mikro birim bu biyolojik zorunluluğa
bağımlıdır. Öte yandan bu gerçek tek başına canlı varlığın doğada ayakta
kalması ve yaşamı devam ettirmesi için yeterli değildir. Canlıların içinde
yaşadığı ortamı kuşatan ve etkileyen fiziksel koşullar ve faktörler de yaşamın
devam ettirilmesinde belirleyici rol oynarlar. Biyolojik ve fizyolojik faktörler
bir canlının yaşamı ve türünün devamı için baş edilmesi gereken
temel zorunluluklardır. Bu koşullar altında ve bu etkileyici fiziklerle karşı karşıya
olan bir bakteri bunlarla baş edecek bir yetenek kazanmamışsa, yaşama şansı
yoktur. Birçok gelişmiş canlı türü ve soyu evrim yoluyla değil, bu yeteneği
geliştirmemiş olması nedeniyle tükenmiştir. Bugün doğada her an var olup
kendileri için uygun yaşam ortamları bulamayan sayısız organik canlının
şaşırtıcı bir hızla her an tükendiğini varsaymak; ayrıca var olan gelişmiş
türlerin soylarının endişe verici oranda tükenme riskiyle karşı karşıya
olduğunu görmek zor değildir. Yaşam alanları ve fiziksel koşullar değiştikçe
canlının yeni koşullara uyum sağlamasına ve yaşamaya devam etmesine karar veren
uzun bir evrim tarihine ve bu yöndeki çetin mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu evrim
tarihi kimilerini sonsuza dek gömerken, bu çetin mücadele de kimilerine sıra dışı
bir üstünlük sağlar.
Biyolojik doğanın ve
evrim tarihinin bu iki temel katalizörü insanı
mücadelede kullanabileceği sınırlı araçlara başvurmaya ve sınırlı olanakları
kullanmaya zorlamıştır (homoekonomikus). İnsanın bu eğiliminin bir yeteneğe dönüşmesi ve giderek
çeşitli tekniklerle perçinleşmiş olması, insana diğer hayvanlardan farklı bir
nitelik kazandırdı: Onun organik ve biyolojik doğasına karşıt, doğal olmayan,
Kültürel bir nitelik eklendi.
Bu çerçeve içinde doğal olmayan bu
aktivitenin insanın doğal özelliklerini nasıl etkilediğine ve sonradan ona yine
doğal olamayan ne tür başka devrimci nitelikler kazandırdığına ilişkin tartışmayı
sürdürebilmek için bu kültürel kompleksin tarihini az çok somutlaştırmak
önemlidir. Kültürel kompleksten önce insan bilinçli bir varlık değildir. Eldeki
bulguların değerlendirilmesinden çıkan bugünkü bilimsel sonuçlara dayanarak
söylersek Homoaffarensis evrim tarihinin bilinç oluşturan ilk insan türüdür.
Kültürel süreç onunla başlıyor; doğaya, çevreye, ortamı ve koşulları paylaştığı
kendinden üstün yırtıcılara karşı doğadan kopardığı araçlarla meydan okuyan ilk
tür odur: Sopa, Taş ve ateş!
Sopanın itici gücü, taşın sertliği,
ateşin yakıcı ve rahatlatıcı işlevleri insanın doğayla olan ilişkisinde o güne
kadar olmayan yeni maddi, dar ve sınırlı sosyal ilişkiler örgüsüne yol açtı.
İnsanda bu ilişkilerin bilinci (felsefe) yeşerdi. Bu işlevlere bağlı olarak
oluşan bilinç insanı başı boş bir halden düzenli ve kalıcı sosyal gruplar
oluşturmaya yöneltti: Kültürel alt yapının gelişip güçlenmesi için sosyal
grubun fiziksel birliği taşın, sopanın ve ateşin fiziksel işlevleri kadar
önemli (politik) bir ilerleme halkasıydı. Doğal duyu, sezgi ve yetenek aşılarak
ilişkilere nüfuz eden kalıcı (psikolojik) duygu formları bireysel ve sosyal
yaşama yayıldı. Bu sosyal ağın kültürel kutbunda kalıcı sevgi boylamı, geçici
doğal cinsel çekime egemen oldu (homospritualitus). Bireysel ve sosyal aidiyet duygusu kapsam alanı
ve ana hatları kalın çizgilerle belirlenmiş sorumluluk (etik) gibi bir ilke ile
pekişti.
Kültürel kompleksin içini dolduran, onun gelişme ve genişleme sürecini hızlandıran koşulların öznesi her şeye rağmen insandır. İnsanlık tarihini ve insanı kültürel temelin ürünü olarak değerlendirmek, kültürü insanüstü bir olgu ve yetenek olarak değil, insanın bizzat ürünü olan bir olgu olarak değerlendirmektir.
Kültürel kompleksin içini dolduran, onun gelişme ve genişleme sürecini hızlandıran koşulların öznesi her şeye rağmen insandır. İnsanlık tarihini ve insanı kültürel temelin ürünü olarak değerlendirmek, kültürü insanüstü bir olgu ve yetenek olarak değil, insanın bizzat ürünü olan bir olgu olarak değerlendirmektir.
Çevresini saran taşın karnındaki
ateş, sopanın arada bir dürtmesiyle canlanıp yeniden alevlenmeye devam ederken,
etrafındakilere verdiği huzur ve neşe kadar, insanın yaşama dair görüşünün
belirsizliği de hep yeni bir umuda
işaret eden bir masala duyulan ihtiyacı karşılamaya gayret etmiştir!
Uygarlık, işte bu masalın bir
ürünüdür.
Bu bölüme, tarihsel planda kültürel kompleksin ürettiği ilişkileri ve bu ilişkilerin yol açtığı devasa sonuçları olabildiğince özetleyerek sıkıştırmaya çalıştım. Bir sonraki bölümde hala ilgiyle dinlediğimiz bu kadim masalın ilişkilere, günlük bireysel tutum ve davranışları yönlendiren etkilerine, sosyal ve politik eğilimler üzerindeki yansımalarına özetle yer vereceğim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder