16 Kasım 2014 Pazar

TANRI, META VE ANLAM DİYALEKTİĞİ...




Tanrı duyumsal değildir; sezgiseldir. Duyumsal olmanın doğal koşulu, fiziksel olmaktır. Başka bir deyişle maddi bir varlık olmaksızın duyumlarımız her hangi bir tepki vermez. Fiziksel etkinin duyumlarla algılanması, olguyu bilme, tanıma ve adlandırma sürecinin temelidir. Bu süreç bizi hakikati bilinçli bir biçimde kavramaya zorlar. Sezginin temelinde dışsal/fiziksel bir etki belirleyici olsa da sezgi ruhsal boyutu ağır basan öznel bir süreçtir. 

Sezginin zihinle olan ilişkisinde, ruhsal boyut etkin belirleyici bir rol oynar. Öyle de olsa sezgi, algı gibi işlev görmez. Özne burada yapay bir algı üzerinde bilgiye, temelde kendi isteklerine göre biçim vermekte özgürdür. İmgelem bundan doğar: Gecede, gökte parlayan uzak bir yıldızın saçılan ışık ipliklerini sevilen bir kızın savrulan dağınık saçlarına benzetmek (-düşünmek) pek ala mümkün. İşte bu durumda bu, soyutlama yoluyla, öznel isteklerin sezilen ve zihnin desteğiyle iki farklı maddi ve fiziksel varlığın ap ayrı gerçekliklerine ait özelliklerini özdeşleştiren girişimin ifade gücünü ortaya koyan imgesel bir somutlaştırmadır.

İnsanda tanrı fikrinin biçimlenmesini sağlayan ve onu giderek bir varlık inancına götüren süreç; insanın ilişkilendiği maddi çevrede karşılaştığı fenomenleri açıklamakta içine düştüğü yetersizliğin etkisini kırmaya yönelik arzuyu yatıştırmak için sezgi ve zihnin iş birliğiyle oluşan çarpık algıyı üreten karmaşık bir zemindir. Bu durum başlangıçta öznel ve bireysel bir çabayla sınırlıyken, çarpık algının ürettiği argümanlar sonradan toplumsal birer gerçeklik olarak karşımıza çıkarak ve hayatımızı her yandan kuşatarak etkisi altına aldı.

Sezginin ve zihnin ürettiği bulanık imgeler ve sisli açıklamalar, bir süre sonra öyle katı ve sert birer toplumsal gerçekliğe dönüşürler ki, bireysel sezgiyi ve toplumsal zihni tamamen kendi kontrolleri altına almayı başarırlar: Tanrı vardır ve Kutsaldır! Tanrı, tartışılmaz bir güç ve varlıktır!

Böylece tanrı fikri ve dinsel inanç başlangıçta insanın iç yaşantısıyla sınırlı kalırken, sonraları kutsal ve tehdit edici sınırsız bir güç olarak insanın karşısına dikiliyor. Bu güç ve inanç insanların ruhuna nüfuz ederek elindeki düşünsel bütün olanakları, sezgisel ve zihinsel potansiyeli tüketip yok eder. İnsanın doğal istekleri, tanrının istekleri tarafından fedakarca bastırılır. İnsan artık kendisine değil, kendisinin ürettiği dışındaki bir varlığa aittir; onun kölesidir.

Doğası ve kaynağı gereği sezgi çarpıktır. Tanrı, sezgi yoluyla çarpıtılmış algının biliş sürecine sürükleyip oturttuğu soyut bir imgelemin yüceltilmiş çarpık ve sisli resminden başka bir şey değildir. Tıpkı işçinin ya da serfin ürettiği artık ürünün kendi üzerindeki etkisini kendi dışında bir olgu olarak görüp kendini ona muhtaç hissetmesi gibi…

Meta üreten emek, sonradan metanın kölesi oluyor ve meta onun bütün ruhsal, entelektüel ve ekonomik potansiyelini tüketip yok ediyor.

Tanrı sezgisel ve zihinsel bir ürün olarak, insanlık tarihi boyunca, katı bir bilince dönüşüp insanın iç dünyasını ele geçirirken; kapitalist toplumda meta insanın maddi emeğinin bir ürünü olarak, insanın bütün maddi yaşamını ve gereksinimlerini biçimlendirip kararlaştıran görünmez bir güç rolünü oynamayı sürdürüyor.

Bu çarpık diyalektiğin tersine çevrilmesi gerekiyor. Tanrı ve meta insanın denetimine girmelidir. İnsanın ruhsal ve maddi yaşamının özgürleşmesi, insanın insanlaşması ve yeniden kendini bulması bu güçlerin yarattığı etkileri yok etmekle mümkündür.


Ahmed Kaymak/ Amed

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Yazışma adresimiz : sobadder@gmail.com