16 Kasım 2014 Pazar

GİTTİKÇE KENDİ SAHİL KENARLARINA ÇEKİLEN ‘DİĞER AÇILARDAN' DİN





Azad Bîşeng

Müslümanlığı daha iyi anlayabilmek için, bence önce bir çok perspektiflen ‘Din' olgusunu bilmek lazım. Din olgusunun bilimsel teorisyenleri olan antropolog Tylor en Frazer(2) dini pre-historik yani ilk geçmişten su ana kadar gelen gelişme olarak değerlendirir. Onlara göre din prehistorik insanların bilgi sinirini zorlayan yaklasimlarindan (her ne kadar bazen yanlıslarsa'da) oluşmakta ve ‘On emir’i takip eden Ibranilerin tanrı tarafından gönderilmediğinin bilincindeler. Bu iki din entellektuele ayni zamanda bilmin doğusuyla evrimleşmesini tamamlayamayan dinin avukatligini üstlenmis durumundalar. Insanlari dünyada ne bulmak istediklerini gelistiren birinci derecede inanç ve düsünce olarak tanimlar dini. Dini grup ihtiyaci, grupstrukturu ve grup aktiveleri olarak görmekten çok ‘Bireysel' bir ihtiyac olarak verilir. Ne zaman ki bu bireysel inanç ve düsünce bir çok kisi tarafindan paylasildi, o zaman toplumsal ve sosyal bir karakter kazanir. Dini gruplar bireysel koleyksiyon olarak görülür.

Psikolog Freud(3) dini sahsiyet ve kisilik olarak karakterize eder . Freude göre rüyalar merak veya varsayilan teorilerden daha anlamlidir. Bu bilinç yüzeyinde ‘pre-conscious'olarak adlandirilan baska düsünceler ve konseptler vardir. Buzdagiylan karsilastirabilecegimiz ‘ben' gerçegi daha derinlerdedir üstte görünenlerden. Ilk basta insanlar yemek ve seks ihtiyaçlarini yatistirmak isterler. Daha sonra bu ihtiyaçlarlan beraber kisi dogumundan bu güne herzman yapmak istedikleri düsünce, izlenim ve hislerlerini çagirisim yapan seylerle mesguldur. Mitolojide , folklörde, sanat, edebiyat ve dinde bilinen hikayeler rüyamizda sürekli gördügümüz sekil, resim, görüntü ve objektlerlen güçlü bir iliskisi vardir. Bilinçalti her zaman merkezidir. Çünkü zihin ile insan içindeki fizik arasinda bir bagdir ve linktir. Freud tanriya inanmakta hiçbir gerekçe görmemekte. O yüzden dini yasamdaki rituellerde hicbir deger veya amaç görmemekte. Freude göre dinsel düsünceler tanriya ait degiller veya tanridan gelmemekte. Daha çok zihinsel/ mental wanstaltig veya psychoanalysen iliskilidir.

Yani dinin gerçek ve nihai kaynagi Freud'e göre rasyonel düsüncelerden çok bir bilinçalti tatminligidir. Hislerimizden ve daha önceki geçmisimizin çatismalarindan olusan din rasyonel ve normal yüzeyin derinliginde bulunmakta. Derin hislerin çatismasindan ve zayifliktan olusan din, ne zaman ki psikoanaliz bu problemleri çözdügünde din yanilsamasi haliylen insan sahnesinde kayboldugunu görebilir. Sadece dini açiklamayla kalmayan Freud, ayni zamanda din funksiyonalizmin zaman içerisine azabliecegini de eklemekte.

Sosyolog Emile Durkheim olaylari (hayatimizdaki hemen herseyin; kanunlar, is, aile ve bireyler ve benzeri gibi) bu sefer daha çok sosyal bir bakisla analiz eder. Tomplum olmadan bu seylerin bir form olamiyacagini söyler. Sosyal gerçekleri bireysel gerçeklerden daha temel alir. Birey toplumla açiklanabilir. Arastirirken de dinin insanlar için niye bu kadar önemli oldugunu, dinin birey ve toplum için ne yaptigini sorar. Din ve toplumun birbirinden ayrilmaz oldugunu düsünür. Durkheim teorisi daha çok Montesqieu, Comte en Renan en de Coulanges den esinlenmistir. Bireyler önce gruplar aile, klan, asiret ve uluslar) içerisinde dogar ve o kontekst içerisinde (aliskanlar, kültür, gelenekler, dil, inanç ve hissi reaksiyonlar) büyürler. Eski ve modern toplumlar arasindaki fark, neyin kötü veya iyi oldugunu eskilerde daha çok kollektif bir bilinç cevap verirdi, modern toplumlarda ise daha çok individualistir bu karakter. Fakat genede bu individualist toplumlarda birtakim temel moral bir basise sahiptirler. Bireysel farkliliklar daha çok oldugu için, kollektifizminde çapi küçülmekte. Bir sosyal grub içerisindeki yükümlülükler dinle de iliskilendirilenebilinir. Bir toplum herhangi birinin kafasindaki öylesine bir düsünce degildir. Toplum bir vücuda sahiptir, bu da isaretlerden, dil, kanunlardan, kurallardan, aliskanliklardan, kültürlerden, geleneklerden, düsünce ve degerlerden olusur. Her toplum kendi normal ve abnormal davranislarini belirler. Protestanlarla Katolikler arasindaki intihar orani, Protestanlarda daha yaygindir özgürlükleri daha çok ve gruba baglilik daha az olmasina ragmen.

Yani sosyal bir gerçek olan din Emile Durkheim'in(4) teorsine göre daha çok sosyal bir ihtiyaçtan dogar. Toplumun ruhu olarak kendini gösterir. Ona göre kullandigimiz elementler ve argumentler daha çok atalarimizin hazewinden, geleneklerinden, dil ve dinlerinden yararlaniriz. Ritueller, ayinler dinden daha önceliklidir. Ayinler herzaman varolmuslardir ve inanç olustururlar.

Eger bir sey devamlilik arzediyorsa, demekki toplumun merasim ve törensel rituelere ve ayinlere ihtiyaci vardir. Eger dinin saçma oldugunu düsünürsek o zaman niye insanlar buna sahip gibi sorulari kendine soran E. Durkheim cevablarinida Dinin funksiyonunda bulur. Kisacasi toplum belirleyicidir ve dinini belirler. Kontrol ve sosyal funksiyon mekanizmasi olan toplumun bir de dine yansimasi vardir.

Ekonom, sosyolog ve politikolog olan Karl Marx(5) dini daha çok bir yabancilasma olarak nitelendirir . Daha çok sistemin bütününü ele alan Marx dini merkez almamakta. Yeryüzündeki ilk insanlar büyük idealler için motivasyon sahibi degillerdi. Fakat daha çok temel materiel gerekçelerden lazim olan elementler için yasayabilme motifasyonu vardi. Insanlar gruplara aittir, fakat kendi menfatini de her zaman görür. Marx'in etkilendigi Hegel maddi seyleri ikincil olarak görür. Hegel nihai gerçekten bahsederken mutlak manevi güçten yani inanç sahiplerinin Allah olarak isimledikleri seydir. Mutlakiyet kisinin daha çok bilinlenmesini hedefler. Marx'a göre din bir yansimadir, hatta kötü bir tutarligin yansimasi. Çünkü inanç sisteminin amaci güçlü ve yetkililerin istemleri çerçevesinde tolumda seylerin nasil karakterize edilisini gereçlendirirler. Toplumlarin kabul ettigi din sekillenmeside toplumlari belirleyen kontrol altinda tutalan maddi gücün bir yansimasidir. Marx tanrilarin veya anlamlarindan çok, inancin sosyal mücaelede oynadigi rolu tanimlamaya çalisir. Freud en Durkheim gibi Marx'ta dinin insanlar için ne yaptiginin funksiyonundaki anahtar ve cevaplarindan daha anlasilir hale geldingen söylemekte. Marx ve Freud Durkheim tersine dinin bireysel güven için sahte bir ihtiyac oldugunu ve fantizelerin sebepleri bulundugunda din etkisinin de azalacagini söylemekteler.

Yani Marx funksiyonalist ve reduksiyonist degildir. Dini daha çok yüzeyselin altindaki etki, tesir, ifade, anlam ve septomlarin tabiri olarak nitelendirir. Kisacasi Freud dini nevrotik(sinirsel) ve piskolojik olarak nitelendirirken, Durkheim daha çok toplumun veya beraber yasamanin ruhu olarak analiz eder. Marx ise dini daha çok bu iki perspektifin yani sinif mücadelesinin maddi gerçegi ve yabancilasma olarak yorumlar.

Sosyolog Max Weber(6) dini toplumlari kültürel problem olarak baslamaz.Weber'de Durkheim'in funksiyonel düsüncesinden yola çikar. Fakat dini inançlarin kontrol ve temel sosyal realiteinin yansimasi oldugunun inancinda degil. Weber ve Marx'in tarihsel egilimli sosyal teorileri daha çok komplex ve sosyal tarishsel iliskiler çerçevesinde gelismekte. Econominin gelisimiyle din fantazisini gerekçelendiren Marx, Weber de insani düsünce, inanç ve motiflerinin insan davranislarinin birer ‘gerçek' ve ‘bagimsiz' sebepleri olarak görür. Freud, Durkheim ve Marx dini aksiyonlari dinsel olmayan sebeplerlen dini gereçlendirirler.

Antropolog Mircea Eliade(7) Tylor en Frazer'in entellektuel perspektiflerinden etkilenmistir. Din sadece inançlilarin bakisaçilarindan ve kutsallik üzerindeki vizyonlarindan anlasilabilinir. Viktoriyans bakisi daha çok filosofça olan degerlendirmeleri objektif degildir ve daha çok misyonerliklen taninir.

Etnograf olan Evans Pritchard(8) antropolog Eliade ile ayni fikirdeler . Her ikisininde bir din geçmis mirasi vardir. Evans'a göre din insanlarin yasadigi gibi anlasilmasi gerekir.

Entograf ve toerisyen olan Clifford Geertz(9) kismen Weber'in sosyal vizyonunu temsil eder . Marx, Durkheim ve Freud tersine Geertz genel bir yaklasimlan tüm dinlerin görünmeyen nevrozun, sosyal ihtiyaçlarin ve ekonomik çatismanin birer ürünleridir. Geertz'e göre anlamsistemini anlamadan dini açiklamaya çalismak, kelimeleri anlamadan bir kitabi anlamaya çalisma demmektir. Genel ve spesifik arasindaki iliski farklidir. Seyleri birbirine baglayan genel konseptlerden kaçar Geertz. Iliski ve baglantilar arasindaki ipuculari ve karsilastirmalari verir. Kültürel ifadelerlen iliskilendirmeyen Geertz, dini de bir dünyabakisi ve ahlaki olarak görür.

Simdi dini arkasina alip dünyada güç olmaya çalisanlar degisen iklim sartlari gibi ya Tsunami dalgasi olup halklari, insanligi veya cografyasini yutup geçer, yada gittikçe kendi sahil kenarlarina çekilip kurak ve çoraklastirir heryeri.

Tarihin gereksiz körbagirsagi gibi, din her zaman premodern olgu ve fenomen olarak karsimiza çikar. Hiç bir hizmeti olmaz, hatta bazen sikintilara da yol açar. Siddet, açlik, hosgörüsüzlük, yanlizlik, tahamülsüzlük vesaire. Isin herzaman gölgeli trafinden bakilir. Max Weber'in dedigi gibi din büyü ve sihirlen daha çok alakalidir.

Amerikali politokolok ve sosyolog Alan Wolfe(10) dinin kültürel çerçevede kendisini tamamiyla Amerikan toplumuna ve kültürüne uyarlayarak yasamsal, bireysel mutluluk, küçük ve ekseriya bölgesel toplumlara yönelik, kültür bilinci verildigi manifestosu olarak karsimiza karsi.

Avrupa'da ise din daha çok sosyal refah devleti olarak kendini sembolize etmeye çalisir. Bin yildir halkinin hizmetinde olan `Caritas' gelenegi kiliselerden çok kendisini devletin degisik programlarinda ifade ederek, hizmet kurumlarinda funksiyoneller.

Kürt toplumuna verdigi ve aldigi hizmet anlayisi belli olan kendi din yaklasmalarimizin kaybolmasini istemiyorsak, degismek zorundayiz. Çünkü bir çok sey gibi, din de gittikçe bireysellesmekte. Küresellesmeylen hizlanan özellestirme ve bireysellesme süreci bir çok açidan toplumu de-kurumlastirirken, nitekim daha kurumlasayan pre-dîn anlayisimizda toplumsal ve sosyal iklim degisikliginde etkilenme sürecine girmistir. Kimbilir belkide Amerikalilar gibi Kürt kültürüne uyarlanabilinen aliskanliklar veya gelenekler gelistirilmeli. Eger illede kendi inanç ve kültürel gerçeginden yabancilasma israr ediliyorsa, o zaman sunun bunun din anlayisina eklenmekten çok, kendi kürt kontekstinde plüralist, bölgesel ve ulusal bir yaklasim seçilebilinir. Normatif bir yaklasimdan çok Kürtlere ve toplumlara kazandirilanlar, problemlerden çok degisen süreçleri kollayabilmek, model ve sembollerden çok Kürt insani ve toplumu temel alinmali, kontrol, sömürme ve cezadan çok, ögrenme ve elestirme davranisi gelistirilmeli, hedeflerden çok, hedefe ve amaca uygun, elverisliligi, etkinlik yayginlastirilmali, esas rasyonel gerçeginden çok islevsel rasyonalizmi ve etigi dominant hale getirilmeli.

Positivizmi anlamlastiran bireysel özgürlük ve yükümlülük gelistirilmeli. Insan faktörünü unutan bir metodolji veya sistematik yaklasim toplumu bir pazar olarak görmekten alikoyamaz. Devlet ve büyük mutinasyonal tacirler gibi insan sadece pasiflestirilip tüketicileştiriliyor.

Kaynak: • http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=364

• FRAZER, James George: A Study in Magic and Religion , vol. 6 The scapegoat New York: 1911

• Freud, S., 'Het onbehagen in de cultuur' , 1984, pp. 138-139.

• Emile Durkheim; Society as Sacred (E. Venbrux / A. Need)

• Karl Marx en A. Ruge, Parijs 1844.

• Weber, M. Gesammelte Aufsätze zur Religionssoziologie ,(1920-21),

• Mircea Eliade; "Het heilige en het dagelijkse leven" uitgeverij Abrax; mei 2006

• E.E. Evans-Pritchard, Witchcraft, Oracles and Magic among the Azande (Oxford 1976), p. 338

• Geertz, Clifford; The Interpretation of Cultures . New York: Basic Book1973

Alan Wolfe; ‘ Religion and Democracy

Hiç yorum yok: