28 Aralık 2014 Pazar

İnsan Üzerine IV





   Ahmed Kaymak    



İçsel huzursuzluğu besleyen ekonomik ve sosyal, kültürel ve dinsel, ideolojik ve politik faktörler bireyin tutum ve davranışlarının çok farklı ve değişik düzeylerde biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynarlar. Biyolojik ve sosyal yaşamını sürdürmekte zorlanan, kültürel ve entelektüel ihtiyaçlarını doyuramayan, felsefi tutum ve politik tercihlerini özgürce ortaya koyma olanağı bulamayan insan; kendini her zaman ruhsal ve zihinsel bir baskı altında hisseder. Bu durumda ortaya çıkan huzursuzluk bireyden beklenen normal ödevlerin yerine getirilmesini derinden etkiler. Normaldışı davranışlar diye ifade edilen uyumsuzluk bireyin “normal” yaşamını bozar. İçselleştirilen dışsal baskı zihinsel ve ruhsal kimyada şiddetli dalgalanmalara yol açar. Günlük yaşamın olağan alanlarında, bu dalgalanmalar, bireyin davranışlarını benzer bir şiddette kamçılamaya devam ederler. Durum genel ve sosyal bir görünüme bürünmüşse teşhis, psikyatristlere göre bir hastalıktır; sosyal bilimcilere göre, bir tür dengesizlik; felsefecilere göre  nesnel olgulardan kaynaklanan öznel zorlanmanın yansıttığı bir çelişki ve yabancılaşma; siyaset bilimcilerine göre ise sosyal alanın olağan olgusal görünüm ve biçimlerinden biridir.

Ortada değişik alanların ortaya koydukları bu farklı görüş ve “tespitlere” bakılırsa, hiç birine  doğrudan inanmamızı sağlayacak ortak bir mantık bulamayız. Durum toplumsal sınıf ve katmanlardan, sosyal grup ve kategorilerden birey özgülüne indirgendiğinde de mevcut paradokslarla karşılaşmaktan kurtulamayız. Öyle de olsa bu paradoksal diyalektikte bireyin içinde debelendiği huzursuzluk okyanusundaki şiddetli dalgalara karşı koyacak bir güç ve bireyin kaygılarını burada yatıştıracak bir çözüm umudu henüz yoktur. Sosyal bataklık epidemik özellikteki nüvelerini muhafaza ettikçe, durumun değişebileceğine ilişkin oluşacak umutları destekleyen hiçbir inanca hiç kimse körü körüne ve uzun süre bel bağlamaz.

Tersinden durum ele alındığında da sonucun değişmeyeceğini söylemek pek ala mümkün.

Mutluluk, aklı başında insanın da uğruna kendini tükettiği sürekli bir esrime umudu ve beklentisidir. Acıdan kaçmak, hazza koşmak başlı başına bir çelişkidir. Kederi bir yana atıp coşkuya atlamak bir an için mümkündür. Ruhu kıskıvrak saran kasvetli karabulutları hüznün üzerinden bir an için silkeleyip dağıtmanın da her zaman bir yolu vardır: Sevinç bir ilkbahar kokusunda yağmurlarını bırakır üzerinize. Ruhunuzdaki keder yerini hoş bir neşeyle değiştirip duygularınızı özgür bırakır. Oysa her şey yaşandığı kadardır ve asla aynı yoğunlukta bir daha gerçekleşmez. Sonunda bulutlar da yağmurlar da çekilir. Kısır döngü seyrini tekrarlamaya devam eder.
Ağlamak ve gülmek…
Ruh, çok sığ ve karmaşık gözenekleri olan hassas bir ağ gibidir. Her gözeneğin burada ayrı bir işlevi ve birbiriyle ilişkisi vardır. Bunu tıpkı beyindeki nöron şebekesi gibi düşünmek, anlamı kolaylaştırmak bakımından daha isabetlidir. Duygulanım (emotion),duygu+his (sensation+feeling), duyarlılık (sensitvity), sezgi (intuition), duyu (sense), algı (perception) vs. gibi işlek kategoriler söz konusu edilen ruhsal ağın boylamlarını oluşturuyorlar. Mantıksal bir kapsam içinde, bunları psişe (biliş)’nin yolunu açan, giderek bilincin temelini oluşturan görünmeyen ve gözlemleme imkanı henüz olmayan dalga boyu (kuantumic)özellikteki biyolojik mekanizmalar olarak anlamak gerekir.

Korku ve kuşku üreten kategoriler gibi bunlar da belli bir davranış sistemi içinde dışa yansıtılmadıkça, tek tek izlenemez ve anlaşılamazlar. Çoğu durumlarda olduğu gibi olgu dinamiğinde de sonuçlar çok kolay görülebilir ve hemen anlaşılabilirler ama nedenler, uzun süren deneyimler zincirine son halkalar eklenmedikçe anlaşılmazlar. Bilgi ve bilinç konusunda açıklama yapabilme olanağı sağlayansa, biyolojik öge veya ögeler değil; daha çok genetik süreklilikle birlikte sosyal ve kültürel faktörlerdir. Ruhsal ağ ile sosyal ve kültürel ağ benzer olmadıkları gibi bu anlamda birbirlerine karşıt da değiller. Birincisindeki kategoriler boylamlarsa, ikincisindeki kategoriler ve faktörler bir bütünün enlemlerini oluştururlar. Boylamlarda  zapt edilemez bir kendiliğindenlik ve özerklik mevcutken, enlemlerde etik normlar, sınırlar, kural ve yasalar kuşatıcı bir işlev görürler.

İnsan, kendi varlığının sırlarını çözme peşinde koşarken, dış everenle ilgili olduğu kadar, onu hep huzursuz eden kendi iç evreniyle ilgili gizemleri de bir gün mutlaka çözmeyi başaracaktır. Bu idealle yaşamlarını tehlikeye atan, basit tutkulara yenilmeden yoluna devam eden insanlar olmasaydı, bütün can sıkıcı çelişki ve çatışmalarla dolu adaletsiz bir dünyada tanık olduğumuz bugünkü gelişmelerden ve ilerlemelerden söz etmek pek mümkün olmayacaktı.

Azap tarlalarında da ara sıra insanın yüreğine coşku katan bir çift göz, yüzünü gülümseten bir çiçek, esen bir yumuşak rüzgar, uzaktan ve derinden uğuldayan bir nehir, yankılanan bir içli ezgi vardır…

Coşku ve sevinç, doyum beklentisinde olan kendinden emin egonun ruhsal kimyasını oluşturan sakin okyanusuna çarpan etkinin yüzeyde titreşerek halka halka yayılan güçlü dalga boylarıdır. Bunların kinetiği, bir çift göz, bir çiçek … tarafından belirlenir. Tarif edilemez bu duygusal görkemde insan olduğu yerde durup çekildiği bu güzelliğe el uzatmadan edemez artık!

Hiç yorum yok: