17 Aralık 2014 Çarşamba

İnsan Üzerine III


 

      Ahmed Kaymak     

İnsan huzursuz bir varlıktır. Onun yıkıcı ve yaratıcı edimlerini harekete geçiren ve yönlendiren faktörlerin başında bireysel karakterin bu ikili diyalektiği geliyor. Özellikle edebiyat ve sanat alanındaki etkinliklerin çoğu bu çelişkinin yol açtığı gerilimi dengeleme çabasının birer ürünü olarak ortaya çıkar. Bilimsel ve felsefi alandaki teorik ve entelektüel zenginliğin niteliksel zirveye ulaşmasını sağlayan da bu içsel diyalektiğin gerçeklik karşısındaki tutumudur. Bilim ve sanat, yerleşik ve geleneksel bilgi ve pratik karşısında sınırlı olanakları kullanan iki önemli etkinlik biçimidir. Bilim etkinliğinin ürkek, sanat etkinliğinin zekice vuruşları toplumun geleneksel paradigmasının çözülmesinde büyük bir işlev görür. Bilim ve sanatın heyecan uyandıran yaratıcı özellikler kadar yıkıcı özellikleri de içlerinde barındırdığını açıklayabilme koşullarını oluşturan, insanların bu çelişkiye duydukları ilgidir. Burada tek başına “ilgi”  bile, duruma göre huzursuz edici, zorlayıcı ve histerik süreçler üreterek başlangıç için bir eğilim olmaktan çok farklı tutum ve davranışlara, giderek keskin ideallere ve amaçlara dönüşebilir. İnsan psikolojik bir varlık olarak bütün bunların huzursuz bir öznesi, zihinsel ve entelektüel bir merkezidir.

Huzursuz insan, toplumun sıradan bireylerinden farklıdır ve farklı arayışlar içindedir. Öyle de olsa pratikte bir define arayıcısı ile bir arkeolog arasında büyük bir fark yoktur. Arayışlarını kışkırtan nedenler farklı olsa da onları birleştiren ortak nokta, mevcut bireysel ve toplumsal sınırlamalar içinde ve koşullar altında ikisini de harekete geçirmeye zorlayan öznel tutkulardır.

Huzursuzluk bir davranış biçiminde aşırıya ulaştığı zaman bir görünüm olarak ortaya çıkar. Huzursuz birey, böylece aile ve çevresel normlara, kültürel ve sosyal kalıplara uyum gösterenlerden ayrılır. Ailede olduğu gibi çevre ve toplumda da uyum zorluğu yada alışılagelen norm ve sınırların dışına çıkma eğilimi yaygındır. Birey alışılagelen normlara, geleneksel değerlere, kültürel davranış ve sınırlara uyuma zorlandıkça, uyuma karşı radikal tepki giderek daha da birikmeye başlar. Tarih bu radikal tepkinin devrimle sonuçlanan sürekli bir tezahürüdür. Birey eninde sonunda prangaları parçalar ve huzursuzluğun ona verdiği acının intikamını alacağını umar. Gerilim, çatışma ve çözülmelerle içinden çıkılması zor olan çok karmaşık bir dünyada özgürlük umudunun harekete geçirici güçleri, şiddetli bir yıkımın kanlı bayraklarını kararlılıkla dalgalandırırlar. Umulan mutluluğun ve öngörülen özgürlüğün sisli ütopyası burada ufku perdeler. Devrimin yarattığı yeni mahzenlerde insanlar yeni engizizasyonlar kurarak kurbanlarına kanlı şenlikler hazırlar. Öfkenin, nefretin, sefil tutkuların ürünü olan bir devrimin özgürlük vaadi, insan lehine durumu düzeltmek yerine, insana karşı bir önceki düzenin uygulamalarını aratmayan kanlı ve insafsız bir sistem doğurmaktan başka bir duruma yol açmaz. Böylece toplumsallaşan huzursuzluğun daha katı bir adaletin çelikten yasalarıyla disipline edilmesi, toplumda, özellikle bireyler üzerinde daha yıkıcı ve dramatik sonuçlara yol açar.

Uyumsuzluk şiddetle bastırılır. Genel olarak toplum bu duruma çabuk uyum sağlar, şaşırtıcı bir biçimde boyun eğer. Bireylerse, huzursuzluğun ve uyumsuzluğun bedelini ağır öderler.

Hangi kapsamda ele alınırsa alınsın bu durumda birinci eğilime bencillik (ben ayrıca buna en zor dönüşen toplumsal üçüncü statüko kavramını uygun buluyorum), ikinci eğilime alturistik fenomenler yön verir. Bu ikili diyalektikte çelişki gevşeyeceğine, daha da gerilir: Kuytu köşe bucaktaki değişim ve devrim isteğinin fısıltıları devam eder ve bir süre sonra yeniden yankılanan yürekli bir çağrıya dönüşür.

Hiç yorum yok: