Ahmed Kaymak
Dildeki ifade araçlarından biri olan kavram sorunu konuşulan
bütün dillerde bulunmaktadır. Bu sorun basit olmamakla birlikte genelde
yeterince önemsenmemektedir de.İletişim bağlamında kullanılan kavramsal
araçların doğru veya yeterince anlaşılmaması durumu, insanlar arası ilişki ve tutumlarında kısırlığa, yavanlığa, yüzeyselliğe yol açabilir. İfade edilene
refleksler gevşek, algılama kısır, mantık yüzeysel olunca, tutumların
tutarsızlıklara kaymasını önleyecek hiç bir araç yoktur.
Federasyon, federal, federe, federalizm kavramları ve anlam
sınırları bu çerçevede birbirileriyle karıştırılmaktadır. Kavramsal içerik ve
anlamlarının yanı sıra bütün bu ayrı kavramların işaret ettiği form veya
düşünsel tutumlar kimi zaman içinden çıkılmaz karışıklıklara neden olmaktadır.
Bunların ayırımı yapılmadan, bu anlam karışıklığından kurtulmak oldukça güçtür.
Bu güçlüğü ortadan kaldırmak üzere geniş bir ayrıma girişmeden önce bunlara
ilişkin kimi kısa bilgiler vermek yararlı olacaktır.
Federasyon, Proudhon'un açıklamasına göre, " bir veya
bir çok aile reisinin, bir veya bir çok komünün, bir veya bir çok komün
grubunun veya devletin bir veya bir çok özel hususların tahakkuku için
mütekabilen bağlandıkları bir sözleşmedir. Federal kavramı ise, bir toplumsal
örgütlenme modelini ve siyasi kültürün bir türünü ifade eder. Federe kavramı,
bu modelin kurucu asli öğelerinden biridir. Federalizm kavramı ise felsefi fikir çerçevesinde toplumsal ve
kültürel, siyasal ve ideolojik bir tutumun; bir istek, tercih ve iradenin
ürünüdür.
Konfederasyon ise bir devlet biçimi değil, belirli konularda
üye devletlerin işbirliği yapmak üzere kurucu iktidar niteliğinde olmayan bir
sözleşme (akit) yoluyla bir araya gelen devletler topluluğudur. Konfederasyon
konseyinin veya meclisinin alacağı kararlar, üye devletler için bağlayıcı
değildir. Başka bir deyişle, konfederasyon, bağımsız devletlerin bir araya
gelip oluşturdukları bir topluluktur. Bu devletler iç ve dış politikalarında
kendi iç hukuk düzenlerine göre hareket ederler…
Bu çalışmada federalizm kavramının kullanılış yeri dışındaki
kavramlar arasında bu kısa ayırımı yaptıktan sonra ilişkili olduğu sosyolojik
ve politik formlar, aralarındaki ilişki kopartılmadan, ayrı ayrı incelenmektedir. Federalizmin
kaynaklarına ilişkin bir geriye bakış bu incelemenin dışında bırakılacaktır.
Ele alınan kavramlar ve sosyal politik olgular açıklandığında bu kaynaklara
haliyle atıflar yapılacaktır.Sonraki bölümlerde yanlışlıkların sadece
kavramların felsefi ve bilimsel kullanılışına değil, bu kavramların işaret
ettiği hukuksal ve siyasal formlara taşındığı da görülecektir: Üniter Devlet, ,
Merkezi
devlet, Adem-i Merkeziyetçi ve Federal Devlet...... vd.
Durum böyleyse, federalizm çerçevesinde ayrıca yer verilecek
bu hukuksal ve politik formların ne olduğuna geçmeden, önce federalizmin ne olduğunu görelim.
1- FEDERALİZM
Federalizmin
temel ilkesi, iktidarın iki yönetim alanı arasında bölümlendirilmesidir. Buna göre siyasi sistem içerisinde devlet
yetkilerinin anayasa ile paylaşılması gerekmektedir. İster homojen ister
heterojen bir toplum olsun, federalizmin ön gördüğü ve savunduğu hukuksal
siyasi düzende iktidar organlarının birbirlerinden ayrı ve eşit yetkiyle
donatılmış olması, federal bir sistemin varlığı için bir ön koşuldur.
Federalizmin tarihsel bir akım olarak ortaya çıkışına kaynaklık eden de bu
düşüncedir. Heterojen toplumlarda ise, toplum doğası gereği federal olduğu
için, hukuksal siyasal düzenin de ona uygun şekillenmesi, farklı toplumsal
kesimlerin, sınıfların, etnik ve kültürel toplulukların bu düzenin organlarının
etkin birer parçası olarak toplumsal yönetim kademelerinde rol almaları
gerekir. Bu görüşe göre durum ele alındığında federalizmin ideolojik bir
karakteri olduğu ortaya çıkmaktadır. Öyledir ki, Elezar, federal sistemi,
belirli ölçüde özerk ve paylaşılan yetkilerle birleştirilmiş bir yaşam biçimi
veya düşünce biçimi olarak tasvir eder. Diğer yandan King daha açık bir şekilde
federalizmi siyasal felsefenin bir ürünü olarak ifade edip onu bir ideoloji
olarak kabul etmektedir. King ve daha başka birçok siyaset bilimcisinin konuya
bakışı bu yöndedir. Bize göre de, federalizm, felsefi fikir çerçevesinde
toplumsal ve kültürel, siyasal ve ideolojik bir tutumun; bir istek, tercih ve
iradenin ürünüdür. Fedral sistem ise, belli bir toplumsal örgütlenme ve
hukuksal düzen bağlamındaki devlet biçimini tanımlayan bir kavramdır.
Federalizmin felsefi ve
ideolojik ilkelerinden biri de çeşitliliklerin bir arada yaşaması olarak özetlenebilir.
Bu ilke, toplumsal çeşitliklerin ve farklılıkların barış içinde, demokratik
ilişki ve araçlarla sorunların çözülebileceğine vurgu yapar. Demek ki,
federalizmin önemli ölçütlerinden biri de, barışçıl olmaktır. Kültürel
çeşitliliğin ve etnik farklılıkların bulunduğu bir coğrafyada barışçıl ve
demokratik ilişkilerin varlığı, Federal bir sistem oluşturmayı kolaylaştıran
bir temel oluşturmaktadır. Barışçıl ve demokratik araçların dışında
kullanılabilecek her türlü yol ve yöntem bu temeli bu amaçtan uzaklaştırır;
çeşitliliğin uyumu bozulur, etnik farklılıklar çatışma riskiyle karşı karşıya
gelerek katı etnik ve ulusal kutuplaşmalar ortaya çıkabilir. Durumun bundan
sonrasında toplum federal doğasını kaybeder ve bir arada yaşama koşulları
kalmayabilir.
Türkiye coğrafyasında durum bu çerçevede ele alındığında durum daha açık bir biçimde anlaşılabilir. TC kuruluşundan bu yana, benimsediği üniter devlet biçimi kuralları gereği, coğrafyasında bulunan federal toplum yapısını parçalamaya, çeşitlilik desenlerini yok etmeye, etnik ve ulusal farklılıkları bir tek ulus içinde eritmeye çalışmıştır.
Türkiye'de siyaset
bilimcileri, Anayasa hukukçuları, sosyoloji çevreleri de federalizm konusunda
oldukça sınırlı yaklaşımlara sahiptirler. Federal toplum ve federalizm gibi
kavramları sosyolojik, etnik ve politik açılardan ele alan Türk akademisyenler,
federal devlet modeline ve onun ideolojik ölçütlerine işaret etmekle
yetinirler. Federalizmi Türkiye'deki toplumsal kültürel ve etnik çeşitlilik
üzerinden, bölgesel ve coğrafi boyutlarıyla ilişkilendirmemeye özen
gösterirler. Bu konuda kısık bir sesle de olsa, bu ilişkiyi kuran bilim
adamları, hukuk bilimi ve Anayasa hukuku teorisyenlerinin sayısı parmakla
gösterilmeyecek kadar azdır.
Öte yandan TC egemenliği
altındaki coğrafyada etnik ve ulusal planda en kalabalık nüfusu oluşturan Kürt
topluluğunda yaklaşım daha içler acısıdır. Federal toplum ve federalizm gibi
siyasal ve felsefi kavramlar ilgi ve inceleme konusu yapılmamıştır. Bu ilginin
tek istisnası olan Kemal Burkay'ı bir yana bırakırsak, federalismin, Kürt aydın
ve siyasi çevrelerinde enine boyuna tartışılmadığı da görülmektedir.
Sosyolojik ve politik bir
olgu olan federal toplum ve devlet modelinin homojen bir toplum ve ulus devlet
biçiminin bir alternatifi olarak düşünüldüğünde, Kemal Burkay'ın Kürdistan
toplumunun ilk federalistlerinden biri olduğu gerçeğiyle karşılaşmak ilginçtir.
Kürt toplumu ve Kürdistan'daki heterojen çeşitlilik kapsamında kültürel
çeşitlilik, dil, etnik ve sosyolojik farklılıklara dayanan bir toplumda,
toplulukların özerk potansiyellerini ve haklarını koruyarak barış içinde yan
yana yaşamaları federalizmin ideolojik ve politik temelidir. Bu çerçevede Kemal
Burkay'ın bu yöndeki düşünceleri ele alındığında, modern federalizm
düşüncesinin bütün veçhelerine rastlamak mümkündür. O, toplumsal ve siyasal
sorunların barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesinin, çatışma ve savaş gibi
yıkıcı sonuçları olan yöntemlerden daha adil ve kalıcı olacağını savunmuştur.
Bu doğrultuda mücadele etmek üzere 1970'li yıllarda illegal koşullar altında
kurduğu Türkiye Kurdistan Sosyalist Partisi (TKSP)* de bu ilkeleri temel almış,
felsefi ve ideolojik prensipleri bu yönde hayata geçirmek istemiştir. Bu
anlamda TKSP de Kurdistan siyasi cephesindeki ilk federalist Kürt ve Kurdistan
partisidir.
Ayrıca 2002 yılında Kürt
ve Kürdistan sorununa odaklı bir siyasi program çerçevesinde kurulan Hak ve
Özgürlükler partisi (HAK-PAR), ilk legal-yasal Kürt federalist partisidir.
Görüldüğü gibi
Kürdistan'da federalizm bir felsefi, ideolojik ve siyasi eğilim olarak yeni bir
akım olmamakla birlikte, genel olarak kürtler arasında, bu felsefi akımın
öngördüğü model yeterince anlaşılamamış, hak ettiği ilgiye ulaşmamıştır.
Kürtler arasında siyasi
görüş ve duruş ayrılıklarının gereksiz ve yapay gerekçelere dayanmasının
altında yatan temel sorun, federal bir kültürün olmayışıdır.
İki farklı terim ile ifade
edilse bile demokratik ve federal kültür aynı ilişkileri içeriyor. Demokrasi
federal kültür üzerinde şekillendiğinde, toplumsal iktidar ve yönetimsel
makamlar adil, eşit ve demokratik nitelikte olabilir. Böyle bir toplumsal
düzende insanlar sorunlarını barış içinde kolektif araç ve ilişkilerle çözer.
Anlaşmazlıklar uzlaşma araçları ile barışçıl yollarla bertaraf edilir.
Federalizm, bu ölçütler üzerinde bir devlet tasavvurudur. Federal devletse
bunun hukuksal ve siyasal modelidir.
Ayrım böyle olduğuna göre, o halde, burada, devletin ne olduğuna da bakmak gerekmektedir.
2-
DEVLET
Devletin kökenine ve
tanımına ilişkin yapılan açıklama ve tanımlamaların sayısı oldukça fazladır.
Antik çağdan bu yana yazılı literatürde devlet kavramına yer veren filozoflar,
bilim adamaları ve hukukçular arasında tanıma ilişkin bir birlik bulmak zordur.
Her felsefi bakış açısı bu olguyu farklı açılardan tanımlamaya çalışmıştır.
Bize göre bu farklı bakış açılarından doğan açıklamaların her biri olgunun bir
yönüne veya birkaç yönüne dikkati çekmişlerdir. Bunu böyle kabul ettiğimize
göre biz de devlet olgusuna ilişkin bu tanımları kısaca verdikten sonra,
birbirini itmeyen ve ayrıca birbirinden çıkartılabilen görüşleri toplayarak
yeni bir tanıma ulaşmaya çalışacağız.
a)
Devlet Nedir?
Rousseeau, devleti toplum
sözleşmesinden türetiyor. Bu düşünceye göre, İnsanlar yaşamak ve güvenlik
ihtiyacını karşılamak üzere bir araya gelip güçlerini birleştirmek üzere bir
sözleşme yoluyla birleşmişlerdir. Buna karşılık Carey, devletin kökeninde bir
soyguncu çetesinin yattığını ileri sürer. Karl Marx, devleti bir sınıfın
çıkarlarını ve egemenliğini sağlamak üzere başvurulan bir baskı mekanizması
olarak tanımlarken; izleyicileri, tüm siyasal ve ekonomik ilişkilerde devletin
vatandaşlar üzerinde mutlak bir efendilik kuran ve her şeye gücü yeten bir varlık
olarak nitelerler. T. Hobbes devletin
doğa dışı niteliğine vurgu yapmış ve onu Levthian’a, bir canavara benzetmiştir.
J. Bodin devlete sürekli ve mutlak olan egemenlik kavramı üzerinden bir unsur
eklemiştir. Manchester okulu
filozofları, devleti bekçi-jandarma olarak adlandırırlar. Başka bir
deyişle bekçi devlet, birilerinin çıkarlarını koruyup kollamak; jandarma
devlet ise bu birilerinin çıkarlarını savunmak için vardır. Grotios, devlet, üyelerini bir hukuk düzeni
içinde korumak ve onların çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan ,
özgür insanların yetkinleştirilmiş birliğidir, der. Oppenheimer ise, devletin
koruma işlevini gerçekleştirmek amacıyla oluşmadığını, tersine, koruma
işlevinin devletin bir amacı olarak sonradan çıktığının altını çizer.
Georg Jellinek, devleti, insan, toprak ve
egemenlik unsurları üzerinde tanımlamaya çalışmıştır. Başka bir deyişle,
devlet; belirli bir toprak (ülke) parçası üzerinde egemen olan belirli insan
topluluğunun oluşturduğu varlıktır. Jellinek, devleti, egemenlik gücüyle aslen
donatılmış, belli bir toprak parçası üzerinde yerleşik bir millet birliği,
şeklinde açıklar. Jellinek’in devletin unsurlarına ve varlığına ilişkin yakın
ama daha geniş bir tanım da İlhan Akipek’e aittir: “devlet, belirli bir
insan topluluğunun, belirli bir toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî
kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır.”
b)Etimolojisi
Bu tanımların yanı sıra devlet sözcüğünün
etimolojisiyle ilgili iki örnek var elimizde.
1-) Devletin, İngilizce karşılığı, State; Fransızca,
Etate; Almanca, Staat; İtalyanca, Stato biçimindedir. Bu sözcük Rönesans
İtalyası’ndan gelmekte ve iktidarı kuvvet yoluyla eline geçiren prensle
yardımcılarından oluşan çevresini belirtmektedir. O dönem İtalyası’nda
yöneticilerle çevresine ‘lo Stato’
denirdi. Franz Oppenheimer’in Jacob Burchard’dan aktardığına göre, bu
kelimenin, sonraları bir bölgenin tüm varlığını içeren bir anlam kazanmaya
başladığı belirtilmektedir.
2-) Bu ikinci örnek Kemal Gözler tarafından
veriliyor; “devlet” kelimesi, Arapça “devle” kelimesinden Türkçe’ye geçmiştir.
Bu kelimenin kök harfleri d-v-l’dir. Bu harflerin aynısı “tedavül”
kelimesinde de geçiyor. Kemal Gözler’in çözümlemesine göre bu anlamda “devlet”,
“ tedavül eden” yani “elden ele geçen” aygıt-şey demektir. Aynı yazarın Bülent
Nuri Esen’den aktardığına göre, bu anlamda “devlet” kelimesi “ iktidarın el
değiştirmesi”ni çağrıştırmaktadır. Aynı eserde “devlet” kelimsine, savaşan iki
ordudan birine veya ötekine geçen galibiyet ve zafere de “devlet” dendiği
belirtilmektedir.
Bu iki örnekle ulaşılan anlam
ile yukarıdaki değişik tanımlar belirli yanlarıyla birbirleriyle örtüşmektedir.
Tanımları ve devlet kelimesinin kökeninin çağrıştırdıklarıyla anlamları
arasında oldukça benzerliklerin olduğu görülmektedir. Öyle de olsa , sonuç
olarak bunlar toplandığında, bize göre şöyle bir tanım da ayrıca anlamı
genişletmektedir. Devlet: gerek içe gerek dışa karşı kuvvet tekelini
elinde bulunduran ve kullanan, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir
toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî kişiliğe sahip devamlı bir
teşkilattır.
Devleti bu özellikleriyle
tanımladıktan sonra devlet biçimlerinin farklı olabileceği gerçeğini de
unutmamak gerekir.
3-
DEVLET BİÇİMLERİ
Tarihsel çerçevede çok sayıda
devlet biçimleri olduğu görülmektedir. Monarşi, Mutlak monarşi, Meşruti
Monarşi, Oligarşi ve Aristokrasi gibi biçimler, tarihsel nitelikte olan devlet
biçimleridir. Bu gün bu biçimde olan bir devlet yoktur. Ancak günümüz modern
devlet biçimlerinin içeriğinde bu tarihsel nitelikteki devletlerin izleri
büsbütün silinebilmiş değildir. Öyle de olsa, biz burada, günümüzde var olan
devlet biçimlerinin konumuzla ilgili olan örnekleri üzerinde durmakla
yetineceğiz.
A-Üniter Devlet
Üniter devlet kavramı, yetkilerin tek merkezde
toplandığı, hukuksal, siyasal ve idari sistemi ifade eder. Buna göre merkezi
devlet dışında herhangi bir idari alt birim veya bölgenin ve özerk topluluğun
yetkileri ya hiç yoktur ya da oldukça sınırlıdır. Üniter devlet, devletin ülke,
millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları
bakımından teklik özelliği gösteren devlet biçimidir. Üniter devlette tek ülke,
tek millet ve tek egemenlik vardır. Üniter devlette, anayasa tektir, tek bir
hukuk düzeni vardır. İdari birimler sınırlı yetkilere sahip olmakla beraber,
bunların yasama ve yargı yetkileri söz konusu değildir. Keza toplumsal
çeşitlilik desenlerini temsil eden kültürel toplulukların, etnik ve ulusal
farklılıkların, bu devletin hukuk düzeninde, merkezin çıkarttığı yasalara ve
aldığı kararlara katılma hakları yoktur. Danimarka, Fransa, İngiltere,
Hollanda, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye, … gibi devletler birer üniter devlettirler.
Yapısı ve karakteri bu çerçevede özetlenebilecek olan
üniter devlet biçimi, etnik ve ulusal farklılıkları reddeder. Milletin tekliği
esastır; egemenlik bölünmez bir
bütündür. Türkiye’de devlet böyle bir devlet biçimi olarak kurgulanmıştır. Bu
da Türkiye’de, kuruluşundan beri kültürel etnik azınlıkların ve ulusal
toplulukların huzursuz olmalarına, sistemle olan sürekli çatışmalarına neden
olmuştur. Türkiye çok uluslu, çok çeşitli dinsel ve kültürel motiflere sahip
bir ülke olmakla birlikte, onun hukuksal ve siyasal yapısı bu çeşitlilik ve
farklılıkların reddi üzerine kurulmuş, subjektif milliyetçilik kavrayışı
kapsamında, halklar ideolojik baskı altına alınmıştır.
Bu durum bütün üniter devletlerin tipik
karakterini yansıtmakla birlikte, 20. Yüzyılın ortalarından bu yana üniter devletin
kişiliğinde ve uygulamalarında önemli değişimler olduğu da söylenebilir. Bu
değişimler iki önemli hukuksal ve siyasal ilişkinin ortaya çıktığını
göstermektedir. Bunlar, üniter devlet bünyesinde, merkezi üniter devlet ve
adem-i merkezi üniter devlet olmak üzere iki görünüm halinde belirmiştir.
A-1) Merkezi üniter
devlet
Merkezi üniter devletin
özelliği taşra teşkilatlarına, il veya bölgelere tanınan idari yetkilerle
ilgilidir. Esas itibariyle bu yetkiler göstermelik olmaktan öteye gitmez.
Bakanlar kurulunca atanan il valileri, seçimle gelen bir belediye başkanından
her zaman önemli bir makama sahip olarak il ve il çevresinde son karar
merciidir. August Viven’in ifade ettiği gibi, bununla, baltanın ülke
sınırlarının ucuna ulaşan boyu kısaltılmıştır, ama işlevi aynıdır. Yani
merkezi yönetim veya onun idari organları yine tek söz sahibidir. Üniter
devletin merkezi idaresi başkent ve taşra şeklinde ayrılmış gibi görünse de,
merkezi yönetim her halükarda bütünlüğünü korur.
Türkiye’de 15 Temmuz
2016’da ordu içinde patlak veren bir başarısız darbe kalkışmasından sonra
ülkede ilan edilen Olağanüstü hal ve uygulamaları çerçevesinde çıkartılan
kararnameler organik yasa ile bütünleştirilerek, daha önce idari birimlere il ve
büyükşehirlere tanınan kısmi yetkiler, tek işlemle bir kalemde budanabilmiştir.
2 Eylül 2016 tarihinde, hükümetinin 100. gününü değerlendirmek üzere basın
karşısına geçen B. Ali Yıldırım, konuyla ilgili şöyle diyordu: ”Büyükşehir
yasalarıyla birlikte valiliklerin büyükşehirlerdeki faaliyetleri hemen hemen
sıfıra gelmişti. Şimdi tekrar valilikler, İl özel idareleri, belediyenin
erişemediği yerlere hizmet götürecektir.”
A-2) Adem-i merkezi üniter devlet
Üniter devlette, adem-i merkeziyet ilkesi veya
işleyiş biçimi de yerel bölge veya illerde fonksiyonel bir niteliğe sahip
değildir. Bu ilke, homojen topluluklarda fonksiyonel olabilir, ancak birden
fazla toplulukların bulunduğu ülkelerde veya
iki toplumlu toplumlarda pek fazla bir anlam ifade etmez. Türk idare
hukukunda , yetki genişliği ilkesi diye belirtilen adem-i temerküz ilkesi;
merkezi idarenin taşra teşkilatının başındaki amirlerin-valilerin veya bölge
valilerinin belli konularda Başkent teşkilatına danışmadan temsil ettiği
makamları adına karar verebilmelerini öngörüyor. Bu sefer Odilon Barot’un İfadesine göre,
vuran çekiç yine aynı çekiçtir. Ama sapı kısaltılmıştır.
Bu ilkelerin de kavramsal düzeyde, bahsedilen
olgulara ilişkin yer ve anlam sınırlarını açıklama yönünde yanlış kullanıldığı
olmaktadır. Özellikle Kürt siyasi literatüründe Adem-Merkeziyet kavramının
yanlış yerde ve yanlış anlamda sıkça kullanıldığını söyleyebiliriz. Üniter
devlet ve üniter devletin fonksiyonları ile bunların idari alandaki davranış
biçimleri, tasvir ve tanımda sürekli birbirine karıştırılarak anlam ve amaç belirsizleştirilmektedir.
Bu literatürlerde kavramın; sanki kendi kendini yönetme, yerinden yönetim,
kendi yerel organları aracılığıyla kararlar alıp bu kararları hayata
geçirebilme şeklinde anlaşıldığı görülmektedir. Örneğin, Hak-Par, programında
bu kavramı bu anlama gelmek üzere birçok yerde kullanmıştır. Hak-Par
yazarlarının da bu yanlışlığa sık sık düştükleri gözlemlenmiştir. Diğer Kürt
yazar, aydın ve siyasetçilerinde de bu yanlışlıklar yaygındır.
Burada belirtilmesi gereken; adem-İ merkeziyetin,
genellikle merkezi otoritenin, yani üniter devletin il veya bölge planında
denediği idari yönetim şekil ya da işlevlerinden biri olduğudur. Yerel planda
İl ya da bölge idaresiyle sınırlı yetkilerle donatılan yerel birimler doğrudan
merkezi devletin denetimine tabîdirler. Bu haliyle söz konusu il veya
bölgelerin idari yasalarla belirlenmiş bu statülerini yasalarla koruma
imkânları yoktur. Ulusal devlet istediği an bunların yetkilerini budayabilir
veya ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte, bu tip yerel ve bölgesel birimlerin
yönetime veya Anayasayı değiştirme süreçlerine katılma hakları yoktur. İl
belediye, ilçe, belde yöneticileri ve meclis üyeleri seçimle gelseler de, mülki
amir ve yetkilileri, merkezi devletin atadığı memurlarıdır. Osmanlı döneminde
bazı yerel birimlere ve bölgelere bu tarz yetkiler ve imtiyazlar verilmiştir.
Açıkladığımız gibi, bunların siyasal yönetime ve yasama süreçlerine katılma
hakları yoktu. Bütün yetkiler, yasal ve idari işlemler merkezi devletin
tasarrufundaydı.
Durum böyleyken, adem-i merkezi bir yönetimi
savunduğunuzda, merkezi devletin bu ilkesi doğrultusunda, üniter devletin hukuk
sistemini ve siyasal yapısını da kabul etmeniz gerekir. Üniter devlette yönetim
yukarıdan aşağıya katı ilişkilerle birbirine bağlanmıştır. Federal devlette ise
bu ilişkiler, esnek bir tarzda aşağıdan yukarıya birbirine eklenmiştir.
Federal
devlette, adem-i merkeziyet yoktur. Federal sistemde, federe devletler vardır.
Her bir devlet kendi başına siyasi ve hukuki açıdan idari iş ve işlemlerde açık
ve kesin bir tasarrufa sahiptir.
Bu açık ayırıma dayanarak federalistler, haklı
olarak, üniter devletin bir iç idari hukuk türevi olan adem-i merkeziyeti
reddederler. Federalizm, iki ayrı devletin, yani en az iki bağımsız siyasi ve
hukuki düzeni olan birimin oluşturduğu birleşik federal devlet ilkesinden
hareket eder.
Oldukça açık ve kesin çizgilerle belirtilen bu
ayırımların gözden kaçırılmasının nedeni, sanırım, Bölgesel devletler ile Özerk
Topluluklar alanında üniter devletlerde denenmiş statüler ve hukuksal düzenlemeler
ile yerel yönetimlere ilişkin mevzuatlarda yer alan yerel idari yetkilerin
birbirine karıştırılıyor olmasıdır. O halde günümüz üniter devletlerinde var
olan Bölgesel devletler ve Özerk toplulukların statülerine ilişkin kısa
bilgiler vermek bu bakımdan gerekli olmaktadır. Kanımca bu gereklilik, Üniter
bir yapıya sahip olan Türkiye devletinin idari sistemini ve egemenlik biçimini
tartışmak ve tartışmayı bölgesel-ulusal bir niteliği olan Kürt ve Kürdistan (bölge) gerçekliği çerçevesinde
sürdürmek bakımından da önem arz edecektir. Öyle ise, uzatmadan, önce Bölgesel
Devlet veya Bölgesel Devletler ne ifade ediyor, ona bir göz atalım.
A-a) Bölgesel Devletler
Bölgesel devlet kavramı,
Üniter devletin bünyesinde türetilen hukuksal ve siyasal bir yönetim biçimine
işaret eder. Bu kavram Avrupa kamu hukukunda uzun yıllardır tartışılan
konulardan biri olmuştur. Tespitlerimize göre bu tartışmalardaki temel sorular
şöyle sıralanabilir:
1) - Bölgesel devlet, gerçek anlamda devletin
unsurlarını taşıyan niteliklere sahip midir?
2) - Üniter devlet bünyesinde, merkez- çevre ilişkisi
bakımından Bölgesel Devletin aldığı konum ve kullandığı yetkinin alan ve
sınırları nerede başlar ve biter, nereye kadar uzayıp genişler?
3)- Bölgesel Devlet, ekonomik sosyal, kültürel, etnik
ve ulusal içeriklere göre şekillenen bir siyasi ve idari yapı olarak
görülebilir mi?
Ortaya atılan bu sorular;
siyaset bilimcilerinin, Anayasa hukukçularının ve diğer alan uzmanlarının ilgi
ve tartışma odağındaki ağırlıklarını korumayı sürdürüyor.
Bizim birinci soruya
yanıtımız, Bölgesel devletin, bir devlet olmadığı yönündedir. Yukarıdaki
bölümde devletin hangi unsurları içerdiğini belirtmiştik: Devlet, gerek
içe gerek dışa karşı kuvvet tekelini elinde bulunduran ve kullanan, belirli bir
insan topluluğunun, belirli bir toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî
kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır. Bölgesel devlet bu unsurlara ve
fonksiyonlara sahip değildir. Bölgesel devlet, ulusal devletin ve merkezi
yönetimin özerk siyasal birimidir. İtalya, bütünüyle bölgeselleşmiş bir yapıya
sahiptir. İtalya’da daha güçlü olan bu tür bölgesel birimler, Fransa’da daha
zayıftır. İngiltere’deki bölgelerin statüsü ve ulusal devlet içinde aldığı rol
İspanya’dakinden güçlü değildir. Birleşik Krallık memleketlere ve milliyetlere
bölünmüştür. Bu milliyetlerin kendi parlamentoları yoktur. Özellikle İtalya ve
İspanya’da söz konusu bölge yönetimlerinin rolü, yasama yetkisi farklı olmakla
birlikte tümünde ortak olan özellik, ulusal politikaların belirlenmesinde
ağırlıklarının ya hiç olmaması veya çok sınırlı olmasıdır. Bundan başka bu
siyasal özerk yönetimlerin kendilerine özgü yargı erki bulunmamaktadır. Mali
açıdan da söz sahibi son noktada kendileri değil merkezi devlettir.
İkinci olarak, Bölge
devletleri, adı üstünde, bölgeseldir. İtalya’dakiler böyledir. Başka bir
deyişle, bölge, merkezi ulusal devletin egemen olduğu ülkenin bir parçasını
oluşturur. Ülke bütünlüğünün ve bölünmezliğinin bir parçasıdır. Bu özerk
siyasal birimlerin Ulusal devletten, self-determinasyon, kendi
geleceklerini belirleme ve ayrılma hakları yoktur.
Bölgesel devletlerde bir
diğer dikkati çeken siyasal ve idari ilişki, özerk bir yasama organı ve sayılı
konularda yetki paylaşımı olmasına karşın, özerk birim iki başlıdır. Yerel
özerk birimin yetkili makamının yanında (üstünde demek daha doğru) merkezi
devletin tayin ettiği bir yetkili yer alır.
Bir diğer önemli husus,
Bölgesel devletler, bir tarihi kimlik, kültürel bir topluluk veya milliyet
esası üzerinde kurulma gibi bir koşula dayanmaz. Belçika’da, federasyondan
önce, bölgeler vardı; federasyondan sonra federe devletlerin hala “bölge”
olarak anılmaları, alışkanlıktan öte bir anlam içerir. Durum İtalya'da
ekonomik, siyasi ve coğrafik faktörlere göre gelişmesine karşın, İspanya'da ve
İngiltere'de kısmen kültürel ve etnik-milliyet unsurları kapsayacak biçimde
farklı yönetim birimlerinin ortaya çıkması şeklinde gelişme göstermiştir.
İspanya'da Bask, Katalan ve Galiçya bölgeleri bu niteliktedirler. Ancak hemen
belirtmek gerekir ki, bütün bu siyasal gelişmeler ve oluşumlar üniter devlet
biçimi bünyesinde varlık bulmuş olmakla birlikte İtalya'daki ve İspanya'daki
veya Birleşik Krallıktaki örnekler birbirinden oldukça farklı özellikler
göstermektedirler. İspanya'daki özerk birimler, genel olarak "Özerk Topluluklar"
olarak adlandırılmaktadırlar.
A-b) Özerk Topluluklar
Özerk Topluluk kavramı, daha
çok İspanya’daki siyasal birim veya bölgeleri ifade etmek için
kullanılmaktadır. Bu kavram, siyasal bölge, idari bölge ve birimlerden farklı
bir işleyişe ve anlama işaret eder. Özerk Topluluklar siyasal yetkilerle
donatılmış olup hukuksal açıdan anayasaya eşit veya anayasa ile yasa arasında ya
da yasalarla eş düzeyde, özerklik potansiyellerinin belli fonksiyonlarını belli
süreçlerde ortaya koyan, yetkileri anayasa tarafından belirlenen ve organları
seçimle gelen Bölgeler tipidir. A. Nalbant, İspanya’da siyasal bölge yerine
özerk topluluk ya da özerk yönetim kavramının benimsenmiş olduğunu söyler. Aynı
yazar, özerklik kavramının, kendi statüsünü belirleme anlamına gelmekle
birlikte; siyasal bölgelerin bir hükümet ve devlet olmadıklarını
belirtmektedir. Başka bir deyişle özerklik, hukuki bir temelin oluşturduğu bir
takım haklarla kendi kendini idare yetkisini kazanmasıdır. Bu ifade beraberinde
başka bir hukuksal ve siyasal anlamı da çağrıştırmaktadır: Siyasal özerk bölge ve topluluklar kendi
kendini idare yetkisine sahip olmakla birlikte, kendi kaderini belirleme ve
ayrılma hakkına sahip değildirler. Bu hak, Üniter Devletin payandası olan, tek
Ulus’a aittir.
Ancak belirtmek gerekir ki,
Anayasal çerçevede ve siyasal işleyişte İspanya'daki Özerk Topluluklar,
İtalya'daki Bölgesel Devletlerle Birleşik Kralık'taki memleket ve milliyet
üzerine kurulu yapılardan, önemli farklılıklar göstermektedir. İspanya,
özellikle, çok dilli, çok kültürlü ve etnik çoğulluğu olan bir ülkedir. Ülke,
1978 Anayasası ile 17 Özerk Topluluğa ve iki Özerk kente ayrılmıştır.Bölgeler
tam bir siyasal özerklikten yararlanmaktadırlar. Bölgelere yasama yetkisi
verilmiş ve bölgelerin aldıkları kararlar, koydukları kurallar yasa
hükmündedirler. Bu özellikler itibariyle İspanya Özerk Toplulukları bu
statüleriyle bir çeşit ara hükümet görevini görmektedirler. Başka bir ifadeyle,
bu özerk siyasal bölgeler, Merkezi
hükümet ile bölge alt birimleri arasında bir köprü oluşturan bir yönetim erki
(mesogovernment) gibi bir rol
oynamaktadırlar. Ülkedeki yönetim krizini aşmak için farklı dil ve kültüre
sahip bölgesel toplulukların çıkarlarını ve kimlik arayışlarını tatmin amacıyla
planlanan "ara hükümetler" formülünün bugün uygulamada başarılı
olduğu görülmektedir.
İspanya'daki Özerk
Toplulukların statüleri, yetkileri ve hakları ile dilsel, kültürel ve etnik
varlıklarına ilişkin güvence 1978
İspanya Anayasası'nda şöyle belirtilmektedir: "İspanyolların ve
İspanya'daki bütün halkların, insan haklarını, kültür ve geleneklerini,
dillerinin ve kurumlarının kullanılmasını güvenceye bağlamak, kendisini
oluşturan ulusal toplulukların ve bölgelerin özerklik haklarını, aralarındaki
dayanışmayı tanımak ve güvence altına almak.".
İspanya Anayasası'nda amaç ve
yaklaşım bu şekilde açıkça belirtilmiş olmakla birlikte, başka bölümlerde çok
katı sınırlamalar olduğu da görülmektedir. Örneğin, Anayasa'nın 145/1
maddesinde özerk topluluklara getirilen yasak şöyledir: "Hiç bir şart altında
özerk toplulukların federasyon oluşturmasına izin verilmeyecektir."
Toparlarsak; İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa ve Portekiz gibi
üniter devletlerde bu olguların ortaya çıkmış olması oldukça ilginçtir.
Kuşkusuz, üniter devletlerin bünyesinde ve siyasal sistemin katı
merkeziyetçi idari yapısındaki
yaklaşımların esnetilmiş olmasından çok ileri bir durumdur bu. Özellikle dinsel, dilsel ve kültürel
çeşitlilik desenlerinin az çok yoğunlukta olduğu ve etnik-ulusal farklılıkların
belirgin bir biçimde var olduğu toplumlarda Tek devlet (otorite), tek ülke
(toprak), tek millet (ulus) ve tek
egemenlik (hukukîlik) gibi subjektif yaklaşımların, küreselleşen ilişkiler
çağında, miadına doğru bir eğilim kaymasına yöneldiği söylenebilir.
Örnek gösterdiğimiz ülkeler, parçalanma ve bölünme riskini ortadan kaldırmak,
ulusal bütünlüğü sağlamak, farklılıkları tanıyıp korumak ilkesiyle hukuki,
siyasi ve idari reformlara başvurarak çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bu yöndeki
reformların ve girişimlerin dayandığı toplumsal ve siyasal ilişkilerin dinamik
olduğunu ve daha ileri gelişmelere yol açacağını olgular da göstermiştir.
Belçika, bu dinamik gelişmenin bir örneği olarak, uzun yıllar federal yapıya
doğru bir seyir izlemiş ve nihayetinde federalleşmiştir.
Öyle de olsa burada hemen belirtmek
gerekir ki, gerek bölgesel devletler, gerekse özerk topluluklar birer devlet
olarak tanımlanamazlar. İkincisi, bu yapıların bir arada olduğu ülkeleri
federal devlet veya federe devletler olarak tanımlamak da son derece abartılı
ve yanlış olacaktır. Her şeyden önce Üniter devletin buna direnme koşulları
ortadan kalkmamıştır. İspanya'da olduğu gibi organik bir yasayla düzenlenen
özerk yönetim yetkileri, Anayasa hükümlerini değiştirmek yoluyla merkezi
yönetim tarafından tek yanlı bir işlemle budanabilmektedir. Özerk toplulukların
ise buna direnme hakları hukuken yoktur; bu topluluklar Anayasayı değiştirme
sürecine katılamazlar.
Özerk toplulukların hukuken
sınırlandırılabildiği yer organik yasa tehdidiyle birlikte Anayasayı değiştirme
sürecine katılmaları yönünde halen önlerinde kısıtlayıcı tedbirler olsa bile,
uzun vadede geniş birliğe gitmek, yani federal bir sisteme doğru evrilmek için
daha fazla bir engelle karşılaşmaları ihtimali yoktur. Bu bakımdan
dünyada ülkelerin, toplulukların ve toplumların genel olarak federalleşme
eğilimine girdiğini söylemek, olgulara aykırı olmayacaktır. Üniter devlet
biçimine sahip İtalya, İspanya, Birleşik Krallık ve daha bir çok ülke bu sürece
girmiş bulunmaktadır. Olgular, federalleşme yönünde toplumsal, kültürel, etnik
ve ulusal eğilim, istek ve iradelerin giderek güçlenmekte olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de federalizmi temsil
eden bir grup, çevre ve siyasi parti yoktur. Subjektif milliyetçilik ideolojisiyle pekiştirilmiş Üniter Devlet
yaklaşımına uygun oluşturulan kültür, federal özellikleri ağır basan Türkiye
toplumunda, federalist fikir ve hareketlerin gelişmesine olanak vermemiştir. Bu
paralelde, Türkiye’de siyasi kültür de federalizme oldukça yabancı kalmıştır.
Demokrasi şampiyonluğu yapan siyasi aktörler, aydınlar, akademisyenler ve
Anayasa hukukçuları federalizmden hiç bahsetmemektedirler.
Öte yandan, Türkiye'de,
Kürtler'in önemli siyasal kanatlarından biri olan Hak ve Özgürlükler Partisi;
Kurdistan'da federalizm ilkelerinin siyasal düzende hayata geçirilmesi, bu
ilkeler temelinde toplumsal adaletin, barış ve eşitliğin sağlanması için
giderek ağırlığını hissettiren ve sesini duyuran Kürt partilerinden biri olarak
varlığını muhafaza etmekte, çalışmalarını sürdürmektedir.
Üniter devlet ve bu devlet
biçiminin bünyesinde bölge ve topluluklar üzerinde şekillenen görünümlerle
ilgili tespit ve kanılarımızı bu şekilde belirttikten sonra, federalizmin hayat
bulduğu federal devlet konusuna artık geçebiliriz.
B-FEDERAL DEVLET
Federal devlet, birden fazla devletin bir araya
gelmesi ile oluşan bir devlet biçimidir.. Federe devletlerin anayasal bağla bir araya gelmesinden federal
devlet, bu devletin kurucu asli unsuru olanlara federe devlet/devletler
denmektedir. Federal devleti federasyonla karıştırmamak gerekir.
Federasyon, birden fazla devletin bir anayasal bağla
bir araya gelmesidir. Federasyon, bir iç hukuk ilişkisine dayanan kurucu
iktidar olayıdır. Bu oluşumda iki tür
devlet vardır; federal devlet ve federe devlet. Federasyona üye devletler
arasındaki ilişki anlaşma değil, Anayasal niteliktedir. Başka bir deyişle,
federasyon Anayasal nitelikteki siyasi birlik formudur. Toplarsak, federasyon;
uluslararası hukukî kişiliğe sahip bir merkezi-federal devlet ile uluslararası
kişiliğe sahip olmayan federe devletlerin aralarında güvenceli (anayasal) bir
yetki paylaşımı yaparak oluşturdukları devletlerin siyasi birliğidir.
Federal devlet ise, bir devlet biçimidir. Siyasi,
hukuki ve idari çerçevede işlevsel bir yapı demektir; yani faal içeriktir. Bu
şu anlama da gelir ki, federal devlet de bir devlettir, federe
devlet de bir devlettir. Yani, federe devlet de, devletin ülke-toprak,
millet ve egemenlik unsurlarına haiz bir varlıktır. Federe devletin ayrı
bir hükümeti, yasaması ve yargısı ile birlikte belirli bir toprak parçası
üzerinde egemenlik hakkı vardır. Federal devlet ise, aynı niteliklerde iki ayrı
hükümran gücün, özerklik potansiyellerini koruyarak, bir araya gelip
oluşturdukları hukuksal ve siyasi bir yapıdır; daha üst ve geniş bir biçimidir.
Federal devlet, üniter devletin aksine, tek merkezli
değil, çok merkezli bir siyasi ve idari
teşkilattır. Siyasi sistemde kuvvetler ayrılığı çok katı sınırlarla birbirinden
ayrılmıştır. Yasama, yürütme ve yargı kurumları ayrı ve bağımsız
çalışmaktadırlar. Siyasi ve idari yapıda yetkiler bölüşülmüştür. Federal
devletin faaliyet alanları, yetkileri ve sınırları ile federe devletlerin
hakları, yetkileri ve sınırları, Anayasal norm ve kurallarla açıkça
belirlenmiştir. Modern federal devletlerde, federasyonun diğer unsuru olan
federe devlet arasında yetki kullanma sınırı, sadece uluslararası ilişki ve
sözleşmelerle ilgili noktada farklı bir nitelik gösterir. Çünkü, federe
birimlerin uluslararası kişiliği yoktur. En azından klasik federal sistemlerde
bu sınır kalın ve keskin hatlarla çizilmiştir.
Bunun dışında federal sistemlerde birden fazla hukuk
düzeni vardır. Örneğin ABD'de her eyaletin bir Anayasası vardır. Federal
birimlerin her biri ayrı birer egemenliktir. Buna göre federe birimlerin
federal hükümete hesap verme zorunluluğu yoktur. Öte yandan bu Anayasa'nın yanında aynı
düzeyde bağlayıcı federal Anayasa mevcuttur. Hukuk düzenlerinin uygulama
alanındaki ilişkilerde bir uyumsuzluk ortaya çıktığında, sorun, federal
Anayasa-Yüksek Mahkemesi tarafından çözümlenir. Lehte veya aleyhte, verilen kararın sonuçları,
bağlayıcıdır. Federal hukuk, bütün federe devletlerin ülkesi üzerinde
uygulanır. Öte yandan federe devletin böyle bir uygulama alanı bulunmaz.
Örneğin, Teksas hukuku, bir başka eyalette, Virginia'da geçerli değildir.
Virginia'nın ayrı bir hukuk düzeni vardır.
Federal devleti ve onun kurucu bileşeni olan federe
devleti; bundaki siyasi ve idari işleyiş biçimi ve hukuksal fonksiyonları ile
birlikte tümünü federasyonun faal içeriği adı altında topluyoruz. Bu
ihtiyacı federasyon ile federal devlet kavramlarındaki ayırıma dikkati çekmek
için duymaktayız.
Öyleyse, federasyonu, bir bağlanılmayı ifade eden bir
olgu olarak değil, içeriğinde federal devlet ve federe birimlerin karşılıklı ilişki
ve faaliyetlerini bir bağla temsil eden ve kapsayan bir olgu olarak tanımlamak
daha doğru olur.
Bu faal içeriklerden biri olan federal devleti de,
özerk ve bağımsız, hukuken eşit güçlerin kullanabilecekleri hak ve yetkiler
çerçevesinde bir paylaşımı öngören serbest iradelerin oluşturdukları bir siyasi
birlik, demokratik bir hukuk düzeni, şeklinde tanımlayabiliriz.
Günümüzde, farklı toplumlarda barış, özgürlük ve
eşitlik içinde bir arada yaşama arzusu ve talebi dünya küresinin yarısını aşan
federatif sistemlerin varlığıyla hayat bulmuştur. Bu durum federalizmin,
federal nitelikli toplumlarda bir ütopya olmaktan çıkıp somut bir gerçeklik
halini aldığını göstermektedir: ABD, Kanada, Avustria, Avusturalya İsviçre,
Almanya, Belçika, Rusya, Hindistan, Irak…
Sonuç olarak, kendi yaklaşımımıza göre federal
sistem, çok çeşitli kültürel, dilsel, etnik ve ulusal farklılıkları olan
toplumların bir arada yaşayabilmeleri için siyasal yapı bakımından demokratik,
uzlaşıcı ve barışçıl yaşam kaynağı olarak görülmektedir. Bu çerçevede federal
sistem, belirli bir ortaklık için taahhütte bulunan bireylerin ve kurumların
etkin bir işbirliği içerisinde bütünlüklerini koruyarak, özerk potansiyellerini
özgürce ortaya koyabildikleri, sosyolojik temeli de olan siyasal davranışların
özel bir biçimidir. Sosyal temeli de olan bir nitelik ortaya koyduğuna göre,
federal bir sistemin, sadece hukuksal ve kurumsal bir yaklaşımla ele
alınamayacağını ve tanımı bunlarla sınırlı tutmanın yeterli olmadığını
belirtmek gerekir. Federal bir sisteme uygun zemin, federal bir toplumun
varlığıdır.
4-Federal Toplum
Federal toplum kavramı yeni olmamakla birlikte,
kavramın dayandığı temel ve unsurları konusunda
bu anlamda Türkiye’de yeterli çalışmaların yapıldığı söylenemez. Bu kavramı oluşturan sosyolojik yaklaşıma
göre, federalizmin doğası, sadece hukuksal ve anayasal terminolojinin gölgeleri
içinde aranamaz. Bu doğayı kavrayabilmek için kültürel, politik, sosyal ve
ekonomik gibi federalizmin dış formlarına da bakmak gerekir. Federal toplum,
bölgesel çeşitlilikleri bünyesinde barındırır ve federal sistemin oluşumu için
federal toplumun varlığı gereklidir. Başka bir ifadeyle federal bir sistemin
özü, sadece kurumsal ya da anayasal yapı içerisinde değil, toplumun kendisinde
bulunmaktadır. Bu teoriye göre, din,
coğrafya ve ekonomi gibi faktörlerin, bölgelerdeki etno-dilsel farklılıkları
pekiştirdiği, fakat toplumda temel olan unsurun etno-dilsel desenlerin
varlığının bulunmasıdır. Bir toplumun
belirli bölgelerinde yaşayan topluluklar arasında, dil, din, etnik köken ve
tarihsel gelenekleri bakımından açıkça ayırt edilebilen farklılıklar
bulunuyorsa, o toplumun federal olduğu söylenebilir. Federal toplum teorisinin
bu parlak yaklaşımını kabul edersek, bu çeşitlilikler ve farklılıkların federal
bir ulusun oluşumu için temel sütunları oluşturduklarını kabul etmek gerekir.
Federal toplum ve Federal ulus kavramlarının, sosyolojik yaklaşım teorisyenleri
tarafından türetilmiş olduğunu da belirtelim.
Konumuz açısından bu yaklaşımın önemi, federal bir
sistem için bir toplumsal yapıyı oluşturan unsurların belirleyici rollerinin
olabileceğidir. Bir ülkede farklı bölgelerde farklı dilsel ve etnik unsurlar
bulunuyorsa, bunların herhangi birinin tek başına devlet iktidarını ve
egemenlik hakkını elinde bulundurması, çatışmanın nedenidir. Bu, durumun en
kötü görünümlerinden biridir. Fakat, durumun iyi seçeneğinden yararlanma imkânı
da her zaman mevcuttur. Federal toplumlarda çatışma yerine barış, ayrışma
yerine bütünleşme, farklılıkları dışlama yerine koruma, her zaman daha kolay
bir yoldur: Bu doğrultuda siyasi düzeyde federalizmin benimsenmesi, topluluklar
arasında hukuken eşit ve etkin bir işbirliğinin gerçekleşmesine, çelişki ve
uyuşmazlıkların barışçıl çözümüne giden yoldur.
Bu yaklaşım çerçevesinde Türkiye gerçeğine bakıldığında
durum nasıl görünmektedir; ona bakalım.
6- Federal bir
toplum olarak Türkiye
Türkiye, hem kültürel çeşitlilik motifleri bakımından hem de
siyasi egemenliği altında bulundurduğu farklı etnik ve ulusal topluluklar
bakımından, İspanya’dan daha az renkli bir ülke değildir. Yer aldığı
coğrafyanın özellikleri, tarih boyunca insanların, imparatorlukların ve güçlü
devletlerin ilgisini çekmiştir. Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları için önemli bir
geçiş ve ulaşım köprüsü görmesiyle sahip olduğu kara ve deniz olanakları
sayesinde ticaret ve ekonomik alanındaki avantaj da bu ilgiye eklenmiştir.
Greekler, Persler, Romalılar, Araplar ve Moğollar’dan başka siyasi, ekonomik ve
stratejik çıkarların kesiştiği bu coğrafya, güçlü devletler için her zaman
bitmez tükenmez kanlı savaşların ve istilaların, rekabet ve boğuşmaların
sürdüğü bir alan olmuştur. Bunlardan sonra Asya’daki göçlerle de dolan bu
coğrafya poli-etnik özelliklerle çeşitlenip zenginleşerek, sonra uzun yüzyıllar
Osmanlı egemenliği altında kalmıştır.
20. yüz yılın başlarında, Osmanlı imparatorluğu çöktükten
sonra, Türkiye Coğrafyasında iki temel
etnik unsur, Kurdistan Bölgesinde Kürtler ve diğer bölgelerde Türkler, egemenlik rekabetine girişmiş; bu yönde zaman zaman
birlikte hareket ederek, zaman zaman birbirleriyle çatışıp savaşarak üstünlük
elde etmeye çalışmışlardır. Neticede Kürtler bu savaşı kaybederek, Osmanlı
devletinden sonra Türkler tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği
altında kalmışlardır.
Yeni kurulan TC devleti, egemenlik kurduğu sahada, üniter
devlet yapılanmasına uygun subjektif milliyetçilik ideolojisi ile bütün
kültürel çeşitliliği bir kalemde çizmiş, bütün farklı etnik ve ulusal
toplulukların varlığını yok sayarak Türk Ulusu üzerinden tek millet, tek
egemenlik yaklaşımında ısrarcı olmayı sürdürmüştür. Bu subjektif yaklaşım
sonucunda kültürel motiflerin çeşitliliği ve etnik toplulukların varlığı
zamanla silikleşip zayıflatılmıştır. Öyle de olsa, bu yönde sürdürülen çok
yönlü politikaların uygulama zemininde beklenilen sonuçları vermediği de görülmektedir. Özellikle Kürt gerçekliği,
her türlü siyasi ve hukuki baskıya rağmen, etnik-ulusal ve bölgesel
niteliklerini korumayı başarmıştır. Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Arab, Laz,
Abaza, Tacik, Tatar gibi daha bir çok etnik ve kültürel grubun varlığına ve
kültürel izlerine rastlamak hala mümkündür.
TC Anayasası, maddi bir gerçeklik olan bu durumu, subjektif
form ve normlar içinde hala yok saymaktadır. Anayasanın 66. maddesinin ilk
fıkrasında " Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes,
Türktür." denmektedir. Başka bir deyişle, yukarda verilen bütün farklı
orijinlerdeki etnik unsurlar ve topluluklar, kanunla Türk, yapılmıştır.
Hiç bir sosyolojik, felsefi ve hukuki anlamı olmayan bu madde Kürtler, Türkler,
Rum, Ermeni ve Süryaniler için hem etnik kimlik hem de insan hakları planında
gerginlik, huzursuzluk ve çatışma kaynağı olmuştur. Fakat bu subjektif hukuksal
kıstaslar Türkiye'nin bir federal toplum olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Tarihsel nedenlerle iç içe geçmiş çeşitli kültürler ve yan yana durmuş farklı
etnik topluluklar özgün niteliklerini belirli yerlerde ve düzeylerde, belirli
bölgelerde ve yoğunluklarda hala çok belirgin biçimlerde korumaktadırlar.
Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan sonra üniter devlet
ideolojisinin baskısından dolayı federalizm üzerinde yapılmış bilimsel ve
akademik çalışmaların sayısı çok azdır. Bu yönde ilgi, bir kaç çalışmayla
sınırlı kalmıştır. Ancak 2000 li yıllarda federalizme ilişkin çalışmaların
dikkati çekecek oranda arttığı görülmektedir. Bunun Türkiye'de 2000'li yılların
başlarından bu yana kısmen değişen üniter devlet yaklaşımıyla ve siyasi
gelişmelerle bir ilgisi olduğu söylenebilir. TBMM Araştırma Merkezi'nin bile bu
yöndeki bazı çalışmaları teşvik edip desteklemesi, bu saptamamızı kısmen
doğrulamaktadır. Öte yandan buna, sessiz çoğunluğun, subjektif milliyetçilik
kalıplarından ve doğmalarından oldukça rahatsız olduğunu ayrıca eklemek
gerekir.
Bunlardan çıkan sonuç, Türkiye toplumunda, kültürel
çeşitlilik motiflerinin, etnik ve ulusal farklılıkların ördüğü
sosyolojik-federal bir zemin bulunduğundan, federalizmin daha fazla tanınması,
benimsenmesi ve gelişmesi yönünde giderek imkânların daha da artacağını
göstermektedir.
7- Kürd ve Kürdistan Gerçekliği
Kürd ve Kurdistan gerçekliğiyle federalizmin Türkiye'deki
yazgısı arasında bir paralellik bulunduğunu söyleyebiliriz.
Cumhuriyetten sonra Kürt ve Kürdistan sorunu bir tabuya
dönüştürüldü. Kürtçe yasaklandı. Kürtler diye bir milletin olmadığı iddia
edildi. Bu iddiaya göre, Kürtler de Türk idi. Buna yönelik itirazlar ve
başkaldırılar şiddetle bastırıldı. Kürt aydınları, yurtseverler ve ileri
gelenleri hapsedildi veya yerlerinden kopartılarak Türkiye'nin batı bölgelerine
sürüldüler. Uzun yıllar, neredeyse yetmiş yıldan fazla bir zaman, bu konularda
resmi düzeyde veya toplumda açıkça bu sorunun adı konulmadı. Türkiye egemenliği
altındaki Kürdistan bölgesinde yaşayan Kürtlerin, kültürel ve etnik
nitelikleriyle bu coğrafyanın otantik bir motifi olduğu gerçeği, resmi düzeyde ve
Türk siyaset makamlarında hala yarım bir ağızla telaffuz edilmektedir.
Gerçek şu ki, sosyo-kültürel ve politik bakımlardan
Kürtlerin bugünkü durumu; Türkiye'nin her bölgesine yayılmış olmaları nedeniyle
hem bir Kürt sorununu içermekte hem de farklı bir etnik ve ulusal topluluk olarak bölgesel planda muhafaza
ettikleri coğrafya, yani toprak unsurundan dolayı Kürdistan sorunu gibi ikili
bir karakter taşımaktadır. Kültürel ve etnik özellikleriyle Kürtler toplumun
diğer farklı topluluklarıyla oluşturdukları yapı deseninde farklı bir motifi
yansıtmaktadırlar. Bugün yapıda iç içe geçen bu çeşitlilik desenlerini
birbirinden söküp ayırmak mümkün değildir; ancak bu çeşitliliği korumak ve
yaşatmak mümkündür.
Öte yandan Kürtlerin ülke olarak kabul ettikleri kendi coğrafyalarında
farklı bir ulus olarak kendi siyasi haklarını ortaya koyma istek ve iradesi
sürekli zinde olduğundan, bir Kurdistan sorunu, söz konusudur. Kürtler, Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana bu amaçla zaman zaman aralıklarla, zaman
zaman kesintisiz bir mücadele içinde olmuşlardır. Bu zeminde yaşanan acı ve
kayıpların muhasebesini yapmak güçtür. Türkiye ve Kürdistan’da gerilim ve
çatışma atmosferi hala çok kızgın ve şiddet yüklüdür. Durum böyle de olsa,
devam eden bu mücadele karşısında direnen üniter devletin siyasal paradigması,
hala her türlü araç ve engelle statükoyu muhafaza etmekte ısrarcı olmayı
sürdürmektedir. Türkiye'de Federalizme karşı olan siyasi tutumun altında yatan
neden de, Kurdistan sorununun çözümünde federalizmin barışçıl ve tek meşru
anahtar olduğu gerçeğini kitlelerden gizlemektir. Bu gerçeğin gizlenmesinin
altında, üniter devletin sonunun geleceği korkusu yatmaktadır.
Resmi düzeyde ve geleneksel devlet paradigmasında tutum
böyle iken, Türkiye toplumunda, demokrat, sol ve özellikle sosyalist çevre,
grup ve partilerin Kürdistan sorununa yaklaşımları çerçevesinde, neden
federalist fikir ve ilişkilerden kaçındıklarını ayrıca göz önünde bulundurmak
gerekir. Bunlar, Atatürk milliyetçiliği adı altında oluşturulan subjektif
milliyetçiliğin, devletin Anayasası'nda yansıtılan ve sistemin diğer toplumsal
kurumlarında, Türkiye'de doğuştan ölüme kadar çeşitli yol ve araçlarla sürekli
empoze edilen ideolojisinin şekillendirdiği tek yanlı fikirlerle
beslenmişlerdir. Türkiye kültürel çeşitlilik desenleriyle toplumsal yapıda
çoğulluğun bütün renklerini yansıttığı halde, toplumsal kesimlerin, felsefe
çevrelerinin, siyasi grup ve partilerin, federalizm ve Kurdistan söz konusu
olduğunda, neden aymaz bir tutum içinde oldukları böylece anlaşılmış olmaktadır.
8- Kürdistan’da Federalist Yaklaşımlar
Kurdistan'da federalist fikirler Kemal Burkay tarafından
siyaset alanına taşınmıştır. Türkiye ve Kurdistan sosyolojisinin ruhuna uygun
olan siyasal modelin federal bir yapı olduğunu, incelediğimiz kadarıyla
Kurdistan'da ilk dile getiren o'dur. Federalizm barışçıl felsefi bir tutumdur,
bir dünya görüşüdür. Bu bağlamda Kürt ve Kurdistan sorununun barışçıl ve demokratik araçlarla
çözülebileceğini savunmuştur. Ona göre, Kürtlerin, Türklerin ve Türkiye'de
yaşayan halkların birbirleriyle sorunları yoktur; sorun üreten olgunun, üniter
devlet yapısından kaynaklanan tekçi ulus anlayışından hareket eden siyasi
kurumlardır. Bu anlayış barışçıl bir tabiata sahip değildir. O yüzden toplumda
gerilim ve çatışma havası egemendir. Bu durum giderek kronik bir kutuplaşmaya,
toplumları birbirinden uzaklaştırmaya neden olmaktadır. Halbu ki, halkların
eşit, adil ve özgür bir biçimde bir arada veya yan yana yaşamaları mümkündür.
Kürtler de bir millettir ve üzerinde yaşadıkları bir toprakları, bir ülkeleri
var. Her millet gibi onların da kendini yönetme ve egemen olma hakları vardır.
Türkiye'de Kürtler ve Türkler, gerekli koşullar sağlanırsa, birlikte
yaşayabilirler. Bu da ancak federal bir yapıda mümkün olabilir...
Kemal Burkay, TC
devletinin üniteryan doğasına karşı felsefenin bu "barışçıl
silahları" ile yaşamı boyunca
mücadele etmiş bir entelektüel, şair ve
siyaset adamıdır.
Çalışmamızın buraya kadar olan temel ilgi konusu, Türkiye
Kurdistanı idi. Kurdistan'ın diğer bölgelerinde Kürt ulusal mücadelesinde
federalizm konusunda gelişmeler ne/nasıl olmuştur?
Bilindiği gibi ikinci
dünya savaşından hemen sonra uluslararası ve bölgesel güçler arasında varılan
anlaşmalar gereği, Kürdistan dört egemen bölge devleti arasında bölüşüldü. Büyük
parçası, Türkiye devletinin; diğer parçalar Irak, İran ve Suriye egemenliğine
bırakıldı. Konumuzla ilgili olarak Irak Kürdistan bölgesinden başlayalım.
Kürtler genelde bu bölgeden, Güney Kurdistan diye bahsederler.
9-Güney Kurdistan
Önce Osmanlı devletine karşı başlayan ve 1. Dünya savaşından
sonra Irak devletine karşı yürütülen Kürt ulusal mücadelesi neredeyse bir yüz
yıl kesintisiz devam etmiştir. Bu bölgedeki Kürtlerin baştan beri temel
talepleri otonomi olmuştu. 1970 yılında Mustafa Barzani ve Irak lideri Saddam
Hüseyin tarafından yapılan bir anlaşma, Kürtlere siyasi özerklik hakkı
tanımaktaydı. Ancak bu anlaşma uzun sürmedi ve Kürtlerle hükümet tekrar karşı
karşıya geldiler. Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak Hükümeti Kürtlerin imhası
üzerinden bir siyaset ve savaş sürdürmeye başladı. Zamanla bu politikalar öyle
bir düzeye tırmandırıldı ki, aralarında Halepçe katliamı olarak tarihe geçen ve
Kurdistan bölgesinin önemli bir bölümünü kapsayan El-Enfal (yeniden fethetme)
adı altındaki askeri operasyonlarda, Şubat 1988 yılında kullanılan kimyasal
silahlarla, 200 binden fazla Kürt öldürüldü. Saddam hükümetinin yürüttüğü bu
tarz saldırgan politikalar uluslararası kamuoyu vicdanını rahatsız ederken,
özellikle petrol politikaları konularında ayrıca uluslararası güçleri rahatsız
ediyordu. Durumun içine başka ekonomik ve siyasi nedenler de karışınca, nihayet
1991 yılında ABD, Birleşik Krallık ve
Fransa'nın yanı sıra bazı Arap ülkeleri koalisyonuyla Irak'a karşı savaş
başlattı. Haliyle bu savaş Kürtleri de bir müttefik güç olarak içine çekmiş
oluyordu. Bu savaş sonunda Irak uzun yıllar ekonomik, ticari ve siyasi bir
ambargo ile kuşatıldı. Irak hükümetinin direnişi uzun sürdüyse de ABD
öncülüğündeki müttefik güçler 20 Mart 2003′te
yeniden savaş açtı ve Saddam Hüseyin devrilerek yönetimine son verildi. Kürtler
için yeni ve tarihi bir dönem başladı.
Otonomi üzerinden şekillenmiş
olan Irak Kurdistan bölgesindeki Kürt partileri, özellikle Kurdistan Demokrat
Partisi (Partîya Demokratî Kurdistan) ile Kurdistan Yurtseverler Birliği (
Yekîtîya Niştimanî ya Gel), oluşan bu de fakto-fiili durumda, yönlerini
federasyona çevirdiler. Adı geçen partilerin bu yönde izledikleri politikalara,
uluslararası siyasi şartların uygunluğu da eklenince, Kurdistan Bölgesi, 15
Ekim 2005 tarihinde referandumla kabul edilen Irak Anayasası ile de jure-
geçerli hukuksal bir statüye kavuştu.
Bu statü Anayasa’da her ne
kadar federal bir Irak sistemi içinde belirtilmişse de, Irak federal
Anayasası'nda kurucu iktidar tarafları "devletler" olarak ifade
edilmiyor. Başka bir deyişle Kurdistan,
bir federe devlet olarak belirtilmemiştir; bir bölge, denmektedir. Uzun
sayılacak bir girişten ve tarihi olayları hatırlattıktan sonra Irak
Anayasası'nın 4. Maddesi, birinci fıkrası, "Arapça ve Kürtçe Irak'ın
resmi iki dilidir." şeklinde belirtilmiştir. Yine 4. maddenin üçüncü
fıkrası, "Kurdistan bölgesindeki federal birimler ve kurumlar iki dili
kullanacaktır." şeklinde yazılmıştır.
Bu durumu burada
tartışmamızın nedeni, Anayasa'da bu biçimsel normların sorun yaratabileceğine
işaret etmektir. Yoksa kuruluşundan beri Kürtler ayrı bir devlet olduğunu
söylemekte ve ayrıca Kurdistan Bölgesi Anayasası başlangıç bölümü federalizmin
ilkesel çerçevesini açıkça çizmektedir. Konumuzla ilgili tarafı da budur; uzun
bir geçmişi olmamasına rağmen federalizmin felsefi ve siyasi kültürünün Güney
Kurdistan toprağında hızla somut bir gerçekliğe dönüşmüş olması,
federalistlerin felsefi ve düşünsel bir zaferi olarak değerlendirilmelidir.
Burada ayrıca önemli bir
noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Önceki bölümlerde bölgesel devletin,
devlet olmadığını belirtmiştik. İtalaya ve İspanya'daki örnekler ele
alındığında konuyla ilgili olarak ileri sürdüğümüz bu düşüncelerin
doğruluğundan şüphe etmememiz gerekir. Söz konusu ülkelerdeki bölgesel ve özerk
toplulukların, devlet olma unsurlarına sahip olmadıklarını; bir devletin devlet
olarak görülebilmesi için ülke, millet ve egemenlik unsurlarını birlikte
içermesi gerektiğini ileri sürmüştük. Bu anlamda, devletin geçerli tanımını
kabul edersek, şartlara göre şekillenen Bölgesel statüleri, bir devlet formunda
kabul etmek mümkün olmamaktadır. Tutumumuz böyleyse, o halde, Irak'ta kurucu iktidar tarafından "Kurdistan Bölgesi" biçiminde tanımlanan bugünkü Kurdistan
Bölgesel Yönetimi için ne diyeceğiz?
Bölgesel mi? Federe mi? Yoksa
bir ara hükümet kategorisine girer mi? Bir bölgeyi yönetmek, devlet olmak için
yeterli bir koşul mudur?
9-1) Kurdistan'ın Statüsü
Kuşkusuz bu sorulara daha bir
çok soru peşi sıra eklenebilir. Ne var ki, böyle bir şey, çalışmamızın sınır ve
boyutlarını aşacağı için, biz soruna yapıyı şekillendiren kimi özelliklere
bakarak yaklaşıp geçmeyi tercih ediyoruz.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi,
yukarda sorduğumuz soruların tümünün dışında ele alınmalıdır. Yani hiç biri
değildir. Ama bir devlettir!
Bir iç hukuku, ordusu, ağır
silahları; kendine özgü maliyesi, finans kurumları var; uluslararası
diplomatik, siyasi, askeri, ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında stratejik
anlaşmalar yapma kapasitesiyle, de fakto bir devlettir: kendi
ülkesi üzerinde millet gerçekliğine ve iradesine dayanan fiili bir egemenliktir.
Kısacası Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti diye ifade edilen yapı, bir
devletin oluşması veya olması için
gerekli unsurların tümüne sahiptir:ülke, millet ve egemenlik gibi...
Kuşkusuz, Güney Kurdistan'ın
bu aşamaya gelmesinde federalizmin barışçıl ve adil ilkelerinin yol gösterici
etkileri büyük olmuştur. Kurdistan Anayasası'nın giriş bölümü federalizmin
ilham verdiği fikir ve ilkelerle donatılmıştır.
10-Federalizm Bağlamında İran
ve Suriye Kurdistanları
a)
İran Kurdistanı
İran'daki ulusal mücadele
geleneğinin kaynaklarında da, Irak Kurdistanı'nda olduğu gibi otonominin
öncelikle bir üst talep olarak cemiyet ve parti programlarında yer aldığı
görülmektedir. Uzun yıllar bu gelenekten kopma olmamıştır. Kurdistan Demokrat
Partisi-İran (PDK-İ) programında otonomi temel bir talep olarak öne
çıkartılmaktaydı. Ancak uzun yıllar sonra adı geçen partinin federalizmin
ilkelerini benimsemeye başladığı ve programına federasyonu aldığı
görülmektedir.
PDK-İ, programı ve yapısı
itibariyle barışçıl bir partidir. Buna rağmen İran tarafından en çok baskıya
maruz kalan partilerden biridir. İran ajanlarının, bu parti üst düzey
yöneticilerine karşı düzenlediği süikastler ve işlediği cinayetler hafızalara kazınmıştır. PDK İran'da Kürt ve
Kurdistan sorununun federasyonla çözülebileceğine öncelik veren ve bu
doğrultuda demokratik ve barışçıl mücadele araçlarına başvuran bir parti
olmasına karşın, İran teokratik cumhuriyetinin şiddetli baskılarına uğramaktadır.
20 yıldan fazla bir süre silahlı mücadeleye ara veren PDK, son yıllarda tekrar
silahlı mücadeleye başvurmuştur.
Birlikte yan yana yaşamak istek
ve iradesi ortaya konulduğu halde, partner olması düşünülen güçlü taraf bunu
ısrarla reddediyorsa, ona itaat etme mecburiyeti ortadan kalkar ve direnme
hakkı doğar. Bu durum barışçıl bir felsefi düşünce olan federalizmle çelişmez. Şartlar
tutumu bu şekilde zorladığında, tiranlık yapana karşı koymak, direnmek ve
ayrılmak federalizmde temel bir hak olarak tasvir edilmiştir.
b) Suriye
Kurdistanı
Suriye Kurdistanı'nda da
federalizm kültürü Kürtler arasında pek eskiye gitmez. Burada federalizmin
siyasal kültüre yansıması, Güney Kurdistan Bölgesindeki gelişmelerle yakından
ilişkilidir. 2000 li yılların başında Güney Kürdistan Bölgesi üzerinden doğan
yeni statü, federalizmin birim modeli olan federe devlet olarak kabul
edildiğinden, bu model, Suriye Kurdistanı bölgesinde yaşayan Kürtler için de
bir ilham kaynağı olmuştur. O zamana kadar, Suriye bölgesindeki siyasi
kültürün, İran ve Irak bölgelerindeki PDK’lerin otonomi merkezli geleneksel
ağırlıklarına göre şekillendiği görülmektedir. Bahsedilen etkenlerle 2000’lerde
bu yöndeki siyasi eğilim yoğunlukla federalizme doğru bir kayma göstermiş ve
federalizmin fikri filizleri bu bölgede de boy atmaya başlamıştır.
SONUÇ
Federalizm kavramı
çerçevesinde yürüttüğümüz tartışma, ister
istemez, sosyal yaşamın zorunlu bir örgüsü olan devlet olgusuna, devletin
doğasına ve biçimlerine de odaklandı. Bu kaçınılmaz bir yönsemeydi. Çünkü federalizm
sosyal yaşamın örgüsünün bir tür felsefesidir. Bireyden topluma, toplumdan
devlete, bütün bunların içinden çıktığı doğal çevreye kadar olan karşılıklı
ilişkileri açıklamaya çalışan bir dünya görüşüdür. Bu görüş, soyut ilkeler
üzerinde değil, somut olgulardan hareketle toplumsal ve siyasal ilişkileri
açıklayarak bir tutum almayı, bir tavır geliştirmeyi amaçlar.
İnsan doğaya eklenmiş özerk
bir varlıktır. Bu sınıfa giren bir varlığın toplumsal bir bağı var; çünkü insan
ancak toplum içinde insan olabilir. Diğer yandan, bu varlık, çeşitli
özellikleriyle toplumun diğer insanlarından farklıdır. Çeşitli özellikler ve
farklı nitelikler uyumsuzluk değil, toplumsal dokunun uyumlu desenlerini
oluştururlar. Bunlar birlikte bir arada bir yüzeyin üzerinde çok zengin
içeriklerle çok renkli bir tablo meydana getirebilirler.
Çeşitli kültürler, dinler,
diller; farklı etnik ve ulusal topluluklar da makro düzeyde böyle bir zindelik
ve zenginliktir. Bunlar, ırk, cins ve renk gibi doğal özelliklerini ve
toplumsal özerklik potansiyellerini koruyarak barış halinde, eşit ve adil bir
bütün oluşturabilirler. Federalizm düşüncesi ve Federal toplum, budur. Bu
toplum biçimi karşılıklı dayanışma ve barışçıl ilişkilerle kendisi için bir
hukukî ve siyasi oluşumu, yani federal devleti daha kolay yollarla inşa
edebilir. Bu mümkündür. Dünya ülkelerinin yarısından fazlası, bu deneyimin
somut örnekleridir. Küreselleşen ilişkiler çağında toplumlarda federal bir
hukuka ve siyasal düzene kavuşmak isteği artmakta ve bu yöndeki irade giderek
güçlenmektedir.
Türkiye’de cumhuriyetin
kuruluşundan sonra, birkaçı dışında, federalizmi konu alan ciddi bir çalışma
yapılmamıştır. Bunda, üniter devlet yapısının etkili olduğuna kuşku yoktur.
Bilindiği gibi üniter devletlerde federasyon yasaktır. Federalizmi konu
ettiğiniz zaman, devletin egemenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü tartışmaya açmış olacaksınız. Bu TC Anayasası tarafından yasaklanmış
bir davranıştır (m:3, m:4). Ancak
2000’li yıllardan bu yana Türkiye’deki akademik çevrelerde, üniversitelerde ve
kimi araştırma kurumlarında federalizme gözle görülür bir ilginin arttığını ve
bu yönde ciddi çalışmaların yapıldığını söyleyebiliriz. Yapılan çalışmalar, genel
olarak federalizmi başka ülkelerin sosyal-politik deneyimleriyle felsefi ve
düşünsel boyutlarıyla sınırlı tutmuşlardır. Bunların, Türkiye’ye özgü bir
federalizm ya da federasyon projesi üretmekten ziyade, akademik planda bir fikri
alt yapı oluşturmak amacıyla yapılan çalışmalar olduğu görülmektedir. Ayrıca bu
çalışmalarda Türkiyede’ki çeşitli kültürel desenler, farklı dilsel ve etnik
topluluklar, Kürt ve Kürdistan sorunu ile bir ilişki kurulmadığını da belirtmek
gerekir.
Daha önce belirttiğimiz gibi
Türkiye’de federalist bir felsefi çevre, düşünsel yapı ve siyasal parti yoktur.
En uç görüşlerin bile benimsenme imkânı bulduğu Türkiye toplumunda, federalist
bir kültürel ve siyasal eğilimin boy vermemiş olması ilginçtir. Üniter devletin
ürettiği subjektif ideoloji ile beslenen bir iklimde, barışçıl politik bir
kültürün boy vermesi, elbet, oldukça zordur. Fakat bu durumun sadece faktörel
bir yanıdır; durumun öbür yanı,
Kurdistan meselesidir. Üniter devlet ikisine karşı her zaman bir husumeti, bir
endişeyi, bir korkuyu topluma empoze etme yoluna gitmiştir. İkisi de devlet,
ülke, millet ve egemenliğin bütünlüğü için uyandırılması ölümcül sonuçlara yol açan
tehlikeli bir ateş gibi algılanmıştır. Bu nedenle Kurdistan’dan söz etmek
açıkça yasaklanmışken, federalizme karşı örtük bir yasaklama her zaman söz
konusu olmuştur.
Kurdistan’daki ulusal politik
kesimlerde de federalizm yaygın bir ilgi konusu olmamıştır. Türkiye’de faaliyet
gösteren Kürt geleneksel grup, örgüt, partiler ve izleyicileri genel olarak kültürel
haklar, kimlik sorunu, özerklik ve otonomi gibi hedefler etrafında taleplerini
dile getirmişlerdir. Bağımsız birleşik Kurdistan hedefiyle hareket edenlerse,
marjinal düzeyde kalmışlardır. Bunların dışında illegal şartlar altında 1974
yılında kurulan Türkiye Kurdistanı Sosyalist Partisi (TKSP) federalizmin
ilkesel çerçevesinden hareket ederek programına federasyonu koymuştur. Bundan başka 2002 yılında yasal zeminde
kurulan Hak ve Özgürlükler partisi de federasyon hedefiyle varlığını beyan
etmiştir. Bu parti, programında, ancak federalizm ilkeleri ışığında Kürt ve
Kurdistan sorununun çözülebileceğini belirtmiştir.
Son söz için toparlarsak; 1970’lerden
bu yana, federalist eğilimlerin gelişmesinde ve federalizmin bir sosyal ve
siyasal kültür olarak Kurdistan’ın dört parçasında yayılmasında Kemal Burkay’ın
etki ve çabası kayda değer olmuştur. Kürt ve Kurdistan sorununun çözümü için
savunduğu hukuksal ve siyasal model ile bu modelin siyasal formu olan
federasyona ilişkin federalist fikirleri, küreselleşen insan ilişkileri çağında
gözü kulağı açılan Kürt toplumunda bugün daha kolay taraftar buluyor.
Güney Kurdistan’da oluşan “federe
devlet”, federalizmin Kürtler arasında benimsenmesinde ve diğer parçalarda
yaşayan Kürtlerin yönlerini federasyona, federalizmin öngördüğü modele çevirmelerinde
ayrıca tetikleyici bir rol oynamıştır.
Kurdistan coğrafi bir bütünlük
olmasına karşın egemen devletlerin uyguladıkları politikaların etkisiyle Kurdistan
bölgeleri kültürel, ekonomik ve demografik bakımdan birbirlerinden farklı
özellikler ortaya koymaktadır. Bu bölgelerde gelişmeler, Kürtlerin lehine
olduğu takdirde, siyasal statülerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Kurdistan
merkezli bu siyasi statülerin, bölgesel özerkliklerini koruyarak birleşmeleri
önünde aşılmayacak bir engel görünmemektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında,
Güney Kurdistan’daki son gelişmeler ve devam eden süreç, Kürtler açısından
geleceğe ilişkin bir ışığın parıldamakta olduğunu müjdeler gibi görünüyor: Dört
Bölgede federal kültür geliştikçe Kürtler için, uzun vadede özgün-birleşik
federal bir Kurdistan’a ulaşmak, bir ütopya olmaktan çıkabilir…
Ahmed Kaymak /14/09/2016
Sosyal Bilimler Araştırma
Derneği Başkanı
Hak-Par PM Üyesi
1-
Alper Arısoy,
Avrupa’da Federalizmin Geleceği ve Avrupa Bütünleşmesinde Federalist Akımlar
2-
Oktay Uygun, Yeni
Dünya Düzeninde İnsan Hakları
3-
Mete Yıldız,
İspanya Yönetim
Sistemindeki Tekçilik ve Federalizm Tartışmalarının Değerlendirilmesi
4-
Demet Çelik Ulusoy, Federal Toplumu Anlamak: Federal Sistemlere Sosyolojik
Yaklaşım, erişim:http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/2029/21108.pdf
5-
Oktay Uygun, İki
Toplumlu Siyasal Sistemler
6-
Prof.Dr. Tahsin
Bekil, Federal Devlet Üzerine Bazı Düşünceler, Çev: Özer Ozankaya, 21-25 Eylül
1964 tarihleri arasında Cenevrede Toplanan 6. Dünya Kongresine tebliğ edilen
düşünceler
7-
Dr. Demet Çelik Ulusoy,Federal Sistemlerde Geriye Bakış: Modern Öncesi
Yaklaşımlar, AÜ SBF Dergisi,c.69,no.4,2014s.739-776
8-
Franz Opphenheimer, Devlet, (Çev: Çev: Alâeddin
Şenel-Yavuz Sabuncu, 2005)
9-
Arend Lijphart,Çağdaş demokrasiler, (Çev. Ergun Özbudun-E. Onulduran)
10-
Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş
11-
Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku
12-
Atilla Nalbant, Bölgesel Devlet: Yeni Bir Devlet Biçimi mi? Amme İdaresi Dergisi, c.29,Sayı 2,
Haziran 1996
13-
Diyarbakır Söz Gazetesi, 3 Eylül 2016
15-
Diyalog Dergisi, Aylık Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, S.2, 15
Şubat 210
16-
Kurdistan Bölgesel Anayasası Taslağı, erişim:
http://bianet.org/bianet/siyaset/13916-irak-kurdistan-bolgesi-anayasasi-taslagi
17-
TC Anayasası (1982)
18-
İraqi Constitution 2005, (Irak Anayasası, erişim: http://www.iraqinationality.gov.iq/attach/iraqi_constitution.pdf
19-
Doç.Dr. İlhan Lütem, Cihanşümul Bir Federalizmin Şartları ve Güçlükleri,
erişim: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/275/2578.pdf
20-
PSK Programı, Birinci Bası: Temmuz
1993, 2.Bası: Ağustos 1993
21-
Hak ve Özgürlükler Partisi Programı, 2002
Not: Yazarın bu çalışması, http://www.dengekurdistan.nu/ sitesinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder