10 Eylül 2016 Cumartesi

FEDERALİZM VE FEDERAL DEVLET








 Ahmed Kaymak  

Dildeki ifade araçlarından biri olan kavram sorunu konuşulan bütün dillerde bulunmaktadır. Bu sorun basit olmamakla birlikte genelde yeterince önemsenmemektedir de.İletişim bağlamında kullanılan kavramsal araçların doğru veya yeterince anlaşılmaması durumu, insanlar arası ilişki ve tutumlarında kısırlığa, yavanlığa, yüzeyselliğe yol açabilir. İfade edilene refleksler gevşek, algılama kısır, mantık yüzeysel olunca, tutumların tutarsızlıklara kaymasını önleyecek hiç bir araç yoktur.

Federasyon, federal, federe, federalizm kavramları ve anlam sınırları bu çerçevede birbirileriyle karıştırılmaktadır. Kavramsal içerik ve anlamlarının yanı sıra bütün bu ayrı kavramların işaret ettiği form veya düşünsel tutumlar kimi zaman içinden çıkılmaz karışıklıklara neden olmaktadır. Bunların ayırımı yapılmadan, bu anlam karışıklığından kurtulmak oldukça güçtür. Bu güçlüğü ortadan kaldırmak üzere geniş bir ayrıma girişmeden önce bunlara ilişkin kimi kısa bilgiler vermek yararlı olacaktır.

Federasyon, Proudhon'un açıklamasına göre, " bir veya bir çok aile reisinin, bir veya bir çok komünün, bir veya bir çok komün grubunun veya devletin bir veya bir çok özel hususların tahakkuku için mütekabilen bağlandıkları bir sözleşmedir. Federal kavramı ise, bir toplumsal örgütlenme modelini ve siyasi kültürün bir türünü ifade eder. Federe kavramı, bu modelin kurucu asli öğelerinden biridir. Federalizm kavramı  ise felsefi fikir çerçevesinde toplumsal ve kültürel, siyasal ve ideolojik bir tutumun; bir istek, tercih ve iradenin ürünüdür.

Konfederasyon ise bir devlet biçimi değil, belirli konularda üye devletlerin işbirliği yapmak üzere kurucu iktidar niteliğinde olmayan bir sözleşme (akit) yoluyla bir araya gelen devletler topluluğudur. Konfederasyon konseyinin veya meclisinin alacağı kararlar, üye devletler için bağlayıcı değildir. Başka bir deyişle, konfederasyon, bağımsız devletlerin bir araya gelip oluşturdukları bir topluluktur. Bu devletler iç ve dış politikalarında kendi iç hukuk düzenlerine göre hareket ederler…

Bu çalışmada federalizm kavramının kullanılış yeri dışındaki kavramlar arasında bu kısa ayırımı yaptıktan sonra ilişkili olduğu sosyolojik ve politik formlar, aralarındaki ilişki kopartılmadan,  ayrı ayrı incelenmektedir. Federalizmin kaynaklarına ilişkin bir geriye bakış bu incelemenin dışında bırakılacaktır. Ele alınan kavramlar ve sosyal politik olgular açıklandığında bu kaynaklara haliyle atıflar yapılacaktır.Sonraki bölümlerde yanlışlıkların sadece kavramların felsefi ve bilimsel kullanılışına değil, bu kavramların işaret ettiği hukuksal ve siyasal formlara taşındığı da görülecektir: Üniter Devlet, ,  Merkezi  devlet, Adem-i Merkeziyetçi ve Federal Devlet...... vd.

Durum böyleyse, federalizm çerçevesinde ayrıca yer verilecek bu hukuksal ve politik formların ne olduğuna geçmeden,  önce federalizmin ne olduğunu görelim.

1-      FEDERALİZM

Federalizmin temel ilkesi, iktidarın iki yönetim alanı arasında bölümlendirilmesidir.  Buna göre siyasi sistem içerisinde devlet yetkilerinin anayasa ile paylaşılması gerekmektedir. İster homojen ister heterojen bir toplum olsun, federalizmin ön gördüğü ve savunduğu hukuksal siyasi düzende iktidar organlarının birbirlerinden ayrı ve eşit yetkiyle donatılmış olması, federal bir sistemin varlığı için bir ön koşuldur. Federalizmin tarihsel bir akım olarak ortaya çıkışına kaynaklık eden de bu düşüncedir. Heterojen toplumlarda ise, toplum doğası gereği federal olduğu için, hukuksal siyasal düzenin de ona uygun şekillenmesi, farklı toplumsal kesimlerin, sınıfların, etnik ve kültürel toplulukların bu düzenin organlarının etkin birer parçası olarak toplumsal yönetim kademelerinde rol almaları gerekir. Bu görüşe göre durum ele alındığında federalizmin ideolojik bir karakteri olduğu ortaya çıkmaktadır. Öyledir ki, Elezar, federal sistemi, belirli ölçüde özerk ve paylaşılan yetkilerle birleştirilmiş bir yaşam biçimi veya düşünce biçimi olarak tasvir eder. Diğer yandan King daha açık bir şekilde federalizmi siyasal felsefenin bir ürünü olarak ifade edip onu bir ideoloji olarak kabul etmektedir. King ve daha başka birçok siyaset bilimcisinin konuya bakışı bu yöndedir. Bize göre de, federalizm, felsefi fikir çerçevesinde toplumsal ve kültürel, siyasal ve ideolojik bir tutumun; bir istek, tercih ve iradenin ürünüdür. Fedral sistem ise, belli bir toplumsal örgütlenme ve hukuksal düzen bağlamındaki devlet biçimini tanımlayan bir kavramdır.

Federalizmin felsefi ve ideolojik ilkelerinden biri de çeşitliliklerin bir arada yaşaması olarak özetlenebilir. Bu ilke, toplumsal çeşitliklerin ve farklılıkların barış içinde, demokratik ilişki ve araçlarla sorunların çözülebileceğine vurgu yapar. Demek ki, federalizmin önemli ölçütlerinden biri de, barışçıl olmaktır. Kültürel çeşitliliğin ve etnik farklılıkların bulunduğu bir coğrafyada barışçıl ve demokratik ilişkilerin varlığı, Federal bir sistem oluşturmayı kolaylaştıran bir temel oluşturmaktadır. Barışçıl ve demokratik araçların dışında kullanılabilecek her türlü yol ve yöntem bu temeli bu amaçtan uzaklaştırır; çeşitliliğin uyumu bozulur, etnik farklılıklar çatışma riskiyle karşı karşıya gelerek katı etnik ve ulusal kutuplaşmalar ortaya çıkabilir. Durumun bundan sonrasında toplum federal doğasını kaybeder ve bir arada yaşama koşulları kalmayabilir.

Türkiye coğrafyasında durum bu çerçevede ele alındığında durum daha açık bir biçimde anlaşılabilir. TC kuruluşundan bu yana, benimsediği üniter devlet biçimi kuralları gereği, coğrafyasında bulunan federal toplum yapısını parçalamaya, çeşitlilik desenlerini yok etmeye, etnik ve ulusal farklılıkları bir tek ulus içinde eritmeye çalışmıştır.

Türkiye'de siyaset bilimcileri, Anayasa hukukçuları, sosyoloji çevreleri de federalizm konusunda oldukça sınırlı yaklaşımlara sahiptirler. Federal toplum ve federalizm gibi kavramları sosyolojik, etnik ve politik açılardan ele alan Türk akademisyenler, federal devlet modeline ve onun ideolojik ölçütlerine işaret etmekle yetinirler. Federalizmi Türkiye'deki toplumsal kültürel ve etnik çeşitlilik üzerinden, bölgesel ve coğrafi boyutlarıyla ilişkilendirmemeye özen gösterirler. Bu konuda kısık bir sesle de olsa, bu ilişkiyi kuran bilim adamları, hukuk bilimi ve Anayasa hukuku teorisyenlerinin sayısı parmakla gösterilmeyecek kadar azdır.

Öte yandan TC egemenliği altındaki coğrafyada etnik ve ulusal planda en kalabalık nüfusu oluşturan Kürt topluluğunda yaklaşım daha içler acısıdır. Federal toplum ve federalizm gibi siyasal ve felsefi kavramlar ilgi ve inceleme konusu yapılmamıştır. Bu ilginin tek istisnası olan Kemal Burkay'ı bir yana bırakırsak, federalismin, Kürt aydın ve siyasi çevrelerinde enine boyuna tartışılmadığı da görülmektedir.

Sosyolojik ve politik bir olgu olan federal toplum ve devlet modelinin homojen bir toplum ve ulus devlet biçiminin bir alternatifi olarak düşünüldüğünde, Kemal Burkay'ın Kürdistan toplumunun ilk federalistlerinden biri olduğu gerçeğiyle karşılaşmak ilginçtir. Kürt toplumu ve Kürdistan'daki heterojen çeşitlilik kapsamında kültürel çeşitlilik, dil, etnik ve sosyolojik farklılıklara dayanan bir toplumda, toplulukların özerk potansiyellerini ve haklarını koruyarak barış içinde yan yana yaşamaları federalizmin ideolojik ve politik temelidir. Bu çerçevede Kemal Burkay'ın bu yöndeki düşünceleri ele alındığında, modern federalizm düşüncesinin bütün veçhelerine rastlamak mümkündür. O, toplumsal ve siyasal sorunların barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesinin, çatışma ve savaş gibi yıkıcı sonuçları olan yöntemlerden daha adil ve kalıcı olacağını savunmuştur. Bu doğrultuda mücadele etmek üzere 1970'li yıllarda illegal koşullar altında kurduğu Türkiye Kurdistan Sosyalist Partisi (TKSP)* de bu ilkeleri temel almış, felsefi ve ideolojik prensipleri bu yönde hayata geçirmek istemiştir. Bu anlamda TKSP de Kurdistan siyasi cephesindeki ilk federalist Kürt ve Kurdistan partisidir.

Ayrıca 2002 yılında Kürt ve Kürdistan sorununa odaklı bir siyasi program çerçevesinde kurulan Hak ve Özgürlükler partisi (HAK-PAR), ilk legal-yasal Kürt federalist partisidir.

Görüldüğü gibi Kürdistan'da federalizm bir felsefi, ideolojik ve siyasi eğilim olarak yeni bir akım olmamakla birlikte, genel olarak kürtler arasında, bu felsefi akımın öngördüğü model yeterince anlaşılamamış, hak ettiği ilgiye ulaşmamıştır.

Kürtler arasında siyasi görüş ve duruş ayrılıklarının gereksiz ve yapay gerekçelere dayanmasının altında yatan temel sorun, federal bir kültürün olmayışıdır.

İki farklı terim ile ifade edilse bile demokratik ve federal kültür aynı ilişkileri içeriyor. Demokrasi federal kültür üzerinde şekillendiğinde, toplumsal iktidar ve yönetimsel makamlar adil, eşit ve demokratik nitelikte olabilir. Böyle bir toplumsal düzende insanlar sorunlarını barış içinde kolektif araç ve ilişkilerle çözer. Anlaşmazlıklar uzlaşma araçları ile barışçıl yollarla bertaraf edilir. Federalizm, bu ölçütler üzerinde bir devlet tasavvurudur. Federal devletse bunun hukuksal ve siyasal modelidir.  Ayrım böyle olduğuna göre, o halde, burada, devletin ne olduğuna da  bakmak gerekmektedir.

2-      DEVLET

Devletin kökenine ve tanımına ilişkin yapılan açıklama ve tanımlamaların sayısı oldukça fazladır. Antik çağdan bu yana yazılı literatürde devlet kavramına yer veren filozoflar, bilim adamaları ve hukukçular arasında tanıma ilişkin bir birlik bulmak zordur. Her felsefi bakış açısı bu olguyu farklı açılardan tanımlamaya çalışmıştır. Bize göre bu farklı bakış açılarından doğan açıklamaların her biri olgunun bir yönüne veya birkaç yönüne dikkati çekmişlerdir. Bunu böyle kabul ettiğimize göre biz de devlet olgusuna ilişkin bu tanımları kısaca verdikten sonra, birbirini itmeyen ve ayrıca birbirinden çıkartılabilen görüşleri toplayarak yeni bir tanıma ulaşmaya çalışacağız.

a)      Devlet Nedir?

Rousseeau, devleti toplum sözleşmesinden türetiyor. Bu düşünceye göre, İnsanlar yaşamak ve güvenlik ihtiyacını karşılamak üzere bir araya gelip güçlerini birleştirmek üzere bir sözleşme yoluyla birleşmişlerdir. Buna karşılık Carey, devletin kökeninde bir soyguncu çetesinin yattığını ileri sürer. Karl Marx, devleti bir sınıfın çıkarlarını ve egemenliğini sağlamak üzere başvurulan bir baskı mekanizması olarak tanımlarken; izleyicileri, tüm siyasal ve ekonomik ilişkilerde devletin vatandaşlar üzerinde mutlak bir efendilik kuran ve her şeye gücü yeten bir varlık olarak nitelerler.  T. Hobbes devletin doğa dışı niteliğine vurgu yapmış ve onu Levthian’a, bir canavara benzetmiştir. J. Bodin devlete sürekli ve mutlak olan egemenlik kavramı üzerinden bir unsur eklemiştir. Manchester okulu filozofları, devleti bekçi-jandarma olarak adlandırırlar. Başka bir deyişle bekçi devlet, birilerinin çıkarlarını koruyup kollamak; jandarma devlet ise bu birilerinin çıkarlarını savunmak için vardır.  Grotios, devlet, üyelerini bir hukuk düzeni içinde korumak ve onların çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan , özgür insanların yetkinleştirilmiş birliğidir, der. Oppenheimer ise, devletin koruma işlevini gerçekleştirmek amacıyla oluşmadığını, tersine, koruma işlevinin devletin bir amacı olarak sonradan çıktığının altını çizer.

Georg Jellinek, devleti, insan, toprak ve egemenlik unsurları üzerinde tanımlamaya çalışmıştır. Başka bir deyişle, devlet; belirli bir toprak (ülke) parçası üzerinde egemen olan belirli insan topluluğunun oluşturduğu varlıktır. Jellinek, devleti, egemenlik gücüyle aslen donatılmış, belli bir toprak parçası üzerinde yerleşik bir millet birliği, şeklinde açıklar. Jellinek’in devletin unsurlarına ve varlığına ilişkin yakın ama daha geniş bir tanım da İlhan Akipek’e aittir: “devlet, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır.”

b)Etimolojisi

Bu tanımların yanı sıra devlet sözcüğünün etimolojisiyle ilgili iki örnek var elimizde.

1-) Devletin, İngilizce karşılığı, State; Fransızca, Etate; Almanca, Staat; İtalyanca, Stato biçimindedir. Bu sözcük Rönesans İtalyası’ndan gelmekte ve iktidarı kuvvet yoluyla eline geçiren prensle yardımcılarından oluşan çevresini belirtmektedir. O dönem İtalyası’nda yöneticilerle çevresine  ‘lo Stato’ denirdi. Franz Oppenheimer’in Jacob Burchard’dan aktardığına göre, bu kelimenin, sonraları bir bölgenin tüm varlığını içeren bir anlam kazanmaya başladığı belirtilmektedir.

2-) Bu ikinci örnek Kemal Gözler tarafından veriliyor; “devlet” kelimesi, Arapça “devle” kelimesinden Türkçe’ye geçmiştir. Bu kelimenin kök harfleri d-v-l’dir. Bu harflerin aynısı “tedavül” kelimesinde de geçiyor. Kemal Gözler’in çözümlemesine göre bu anlamda “devlet”, “ tedavül eden” yani “elden ele geçen” aygıt-şey demektir. Aynı yazarın Bülent Nuri Esen’den aktardığına göre, bu anlamda “devlet” kelimesi “ iktidarın el değiştirmesi”ni çağrıştırmaktadır. Aynı eserde “devlet” kelimsine, savaşan iki ordudan birine veya ötekine geçen galibiyet ve zafere de “devlet” dendiği belirtilmektedir.

Bu iki örnekle ulaşılan anlam ile yukarıdaki değişik tanımlar belirli yanlarıyla birbirleriyle örtüşmektedir. Tanımları ve devlet kelimesinin kökeninin çağrıştırdıklarıyla anlamları arasında oldukça benzerliklerin olduğu görülmektedir. Öyle de olsa , sonuç olarak bunlar toplandığında, bize göre şöyle bir tanım da ayrıca anlamı genişletmektedir. Devlet: gerek içe gerek dışa karşı kuvvet tekelini elinde bulunduran ve kullanan, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır.
Devleti bu özellikleriyle tanımladıktan sonra devlet biçimlerinin farklı olabileceği gerçeğini de unutmamak gerekir.

3-      DEVLET BİÇİMLERİ

Tarihsel çerçevede çok sayıda devlet biçimleri olduğu görülmektedir. Monarşi, Mutlak monarşi, Meşruti Monarşi, Oligarşi ve Aristokrasi gibi biçimler, tarihsel nitelikte olan devlet biçimleridir. Bu gün bu biçimde olan bir devlet yoktur. Ancak günümüz modern devlet biçimlerinin içeriğinde bu tarihsel nitelikteki devletlerin izleri büsbütün silinebilmiş değildir. Öyle de olsa, biz burada, günümüzde var olan devlet biçimlerinin konumuzla ilgili olan örnekleri üzerinde durmakla yetineceğiz.

A-Üniter Devlet

Üniter devlet kavramı, yetkilerin tek merkezde toplandığı, hukuksal, siyasal ve idari sistemi ifade eder. Buna göre merkezi devlet dışında herhangi bir idari alt birim veya bölgenin ve özerk topluluğun yetkileri ya hiç yoktur ya da oldukça sınırlıdır. Üniter devlet, devletin ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet biçimidir. Üniter devlette tek ülke, tek millet ve tek egemenlik vardır. Üniter devlette, anayasa tektir, tek bir hukuk düzeni vardır. İdari birimler sınırlı yetkilere sahip olmakla beraber, bunların yasama ve yargı yetkileri söz konusu değildir. Keza toplumsal çeşitlilik desenlerini temsil eden kültürel toplulukların, etnik ve ulusal farklılıkların, bu devletin hukuk düzeninde, merkezin çıkarttığı yasalara ve aldığı kararlara katılma hakları yoktur. Danimarka, Fransa, İngiltere, Hollanda, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye, …  gibi devletler birer üniter devlettirler.

Yapısı ve karakteri bu çerçevede özetlenebilecek olan üniter devlet biçimi, etnik ve ulusal farklılıkları reddeder. Milletin tekliği esastır;  egemenlik bölünmez bir bütündür. Türkiye’de devlet böyle bir devlet biçimi olarak kurgulanmıştır. Bu da Türkiye’de, kuruluşundan beri kültürel etnik azınlıkların ve ulusal toplulukların huzursuz olmalarına, sistemle olan sürekli çatışmalarına neden olmuştur. Türkiye çok uluslu, çok çeşitli dinsel ve kültürel motiflere sahip bir ülke olmakla birlikte, onun hukuksal ve siyasal yapısı bu çeşitlilik ve farklılıkların reddi üzerine kurulmuş, subjektif milliyetçilik kavrayışı kapsamında, halklar ideolojik baskı altına alınmıştır.

 Bu durum bütün üniter devletlerin tipik karakterini yansıtmakla birlikte, 20. Yüzyılın         ortalarından bu yana üniter devletin kişiliğinde ve uygulamalarında önemli değişimler olduğu da söylenebilir. Bu değişimler iki önemli hukuksal ve siyasal ilişkinin ortaya çıktığını göstermektedir. Bunlar, üniter devlet bünyesinde, merkezi üniter devlet ve adem-i merkezi üniter devlet olmak üzere iki görünüm halinde belirmiştir.

A-1) Merkezi üniter devlet

Merkezi üniter devletin özelliği taşra teşkilatlarına, il veya bölgelere tanınan idari yetkilerle ilgilidir. Esas itibariyle bu yetkiler göstermelik olmaktan öteye gitmez. Bakanlar kurulunca atanan il valileri, seçimle gelen bir belediye başkanından her zaman önemli bir makama sahip olarak il ve il çevresinde son karar merciidir. August Viven’in ifade ettiği gibi, bununla, baltanın ülke sınırlarının ucuna ulaşan boyu kısaltılmıştır, ama işlevi aynıdır. Yani merkezi yönetim veya onun idari organları yine tek söz sahibidir. Üniter devletin merkezi idaresi başkent ve taşra şeklinde ayrılmış gibi görünse de, merkezi yönetim her halükarda bütünlüğünü korur.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da ordu içinde patlak veren bir başarısız darbe kalkışmasından sonra ülkede ilan edilen Olağanüstü hal ve uygulamaları çerçevesinde çıkartılan kararnameler organik yasa ile bütünleştirilerek,  daha önce idari birimlere il ve büyükşehirlere tanınan kısmi yetkiler, tek işlemle bir kalemde budanabilmiştir. 2 Eylül 2016 tarihinde, hükümetinin 100. gününü değerlendirmek üzere basın karşısına geçen B. Ali Yıldırım, konuyla ilgili şöyle diyordu: ”Büyükşehir yasalarıyla birlikte valiliklerin büyükşehirlerdeki faaliyetleri hemen hemen sıfıra gelmişti. Şimdi tekrar valilikler, İl özel idareleri, belediyenin erişemediği yerlere hizmet götürecektir.”

A-2) Adem-i merkezi üniter devlet

Üniter devlette, adem-i merkeziyet ilkesi veya işleyiş biçimi de yerel bölge veya illerde fonksiyonel bir niteliğe sahip değildir. Bu ilke, homojen topluluklarda fonksiyonel olabilir, ancak birden fazla toplulukların bulunduğu ülkelerde veya  iki toplumlu toplumlarda pek fazla bir anlam ifade etmez. Türk idare hukukunda , yetki genişliği ilkesi diye belirtilen adem-i temerküz ilkesi; merkezi idarenin taşra teşkilatının başındaki amirlerin-valilerin veya bölge valilerinin belli konularda Başkent teşkilatına danışmadan temsil ettiği makamları adına karar verebilmelerini öngörüyor.  Bu sefer Odilon Barot’un İfadesine göre, vuran çekiç yine aynı çekiçtir. Ama sapı kısaltılmıştır.

Bu ilkelerin de kavramsal düzeyde, bahsedilen olgulara ilişkin yer ve anlam sınırlarını açıklama yönünde yanlış kullanıldığı olmaktadır. Özellikle Kürt siyasi literatüründe Adem-Merkeziyet kavramının yanlış yerde ve yanlış anlamda sıkça kullanıldığını söyleyebiliriz. Üniter devlet ve üniter devletin fonksiyonları ile bunların idari alandaki davranış biçimleri, tasvir ve tanımda sürekli birbirine karıştırılarak anlam ve amaç belirsizleştirilmektedir. Bu literatürlerde kavramın; sanki kendi kendini yönetme, yerinden yönetim, kendi yerel organları aracılığıyla kararlar alıp bu kararları hayata geçirebilme şeklinde anlaşıldığı görülmektedir. Örneğin, Hak-Par, programında bu kavramı bu anlama gelmek üzere birçok yerde kullanmıştır. Hak-Par yazarlarının da bu yanlışlığa sık sık düştükleri gözlemlenmiştir. Diğer Kürt yazar, aydın ve siyasetçilerinde de bu yanlışlıklar yaygındır.

Burada belirtilmesi gereken; adem-İ merkeziyetin, genellikle merkezi otoritenin, yani üniter devletin il veya bölge planında denediği idari yönetim şekil ya da işlevlerinden biri olduğudur. Yerel planda İl ya da bölge idaresiyle sınırlı yetkilerle donatılan yerel birimler doğrudan merkezi devletin denetimine tabîdirler. Bu haliyle söz konusu il veya bölgelerin idari yasalarla belirlenmiş bu statülerini yasalarla koruma imkânları yoktur. Ulusal devlet istediği an bunların yetkilerini budayabilir veya ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte, bu tip yerel ve bölgesel birimlerin yönetime veya Anayasayı değiştirme süreçlerine katılma hakları yoktur. İl belediye, ilçe, belde yöneticileri ve meclis üyeleri seçimle gelseler de, mülki amir ve yetkilileri, merkezi devletin atadığı memurlarıdır. Osmanlı döneminde bazı yerel birimlere ve bölgelere bu tarz yetkiler ve imtiyazlar verilmiştir. Açıkladığımız gibi, bunların siyasal yönetime ve yasama süreçlerine katılma hakları yoktu. Bütün yetkiler, yasal ve idari işlemler merkezi devletin tasarrufundaydı.

Durum böyleyken, adem-i merkezi bir yönetimi savunduğunuzda, merkezi devletin bu ilkesi doğrultusunda, üniter devletin hukuk sistemini ve siyasal yapısını da kabul etmeniz gerekir. Üniter devlette yönetim yukarıdan aşağıya katı ilişkilerle birbirine bağlanmıştır. Federal devlette ise bu ilişkiler, esnek bir tarzda aşağıdan yukarıya birbirine eklenmiştir.

 Federal devlette, adem-i merkeziyet yoktur. Federal sistemde, federe devletler vardır. Her bir devlet kendi başına siyasi ve hukuki açıdan idari iş ve işlemlerde açık ve kesin bir tasarrufa sahiptir.
Bu açık ayırıma dayanarak federalistler, haklı olarak, üniter devletin bir iç idari hukuk türevi olan adem-i merkeziyeti reddederler. Federalizm, iki ayrı devletin, yani en az iki bağımsız siyasi ve hukuki düzeni olan birimin oluşturduğu birleşik federal devlet ilkesinden hareket eder.

Oldukça açık ve kesin çizgilerle belirtilen bu ayırımların gözden kaçırılmasının nedeni, sanırım, Bölgesel devletler ile Özerk Topluluklar alanında üniter devletlerde denenmiş statüler ve hukuksal düzenlemeler ile yerel yönetimlere ilişkin mevzuatlarda yer alan yerel idari yetkilerin birbirine karıştırılıyor olmasıdır. O halde günümüz üniter devletlerinde var olan Bölgesel devletler ve Özerk toplulukların statülerine ilişkin kısa bilgiler vermek bu bakımdan gerekli olmaktadır. Kanımca bu gereklilik, Üniter bir yapıya sahip olan Türkiye devletinin idari sistemini ve egemenlik biçimini tartışmak ve tartışmayı bölgesel-ulusal bir niteliği olan Kürt  ve Kürdistan (bölge) gerçekliği çerçevesinde sürdürmek bakımından da önem arz edecektir. Öyle ise, uzatmadan, önce Bölgesel Devlet veya Bölgesel Devletler ne ifade ediyor, ona bir göz atalım.

A-a) Bölgesel Devletler

Bölgesel devlet kavramı, Üniter devletin bünyesinde türetilen hukuksal ve siyasal bir yönetim biçimine işaret eder. Bu kavram Avrupa kamu hukukunda uzun yıllardır tartışılan konulardan biri olmuştur. Tespitlerimize göre bu tartışmalardaki temel sorular şöyle sıralanabilir:

1) - Bölgesel devlet, gerçek anlamda devletin unsurlarını taşıyan niteliklere sahip midir?

2) - Üniter devlet bünyesinde, merkez- çevre ilişkisi bakımından Bölgesel Devletin aldığı konum ve kullandığı yetkinin alan ve sınırları nerede başlar ve biter, nereye kadar uzayıp genişler?

3)- Bölgesel Devlet, ekonomik sosyal, kültürel, etnik ve ulusal içeriklere göre şekillenen bir siyasi ve idari yapı olarak görülebilir mi?

Ortaya atılan bu sorular; siyaset bilimcilerinin, Anayasa hukukçularının ve diğer alan uzmanlarının ilgi ve tartışma odağındaki ağırlıklarını korumayı sürdürüyor.

Bizim birinci soruya yanıtımız, Bölgesel devletin, bir devlet olmadığı yönündedir. Yukarıdaki bölümde devletin hangi unsurları içerdiğini belirtmiştik: Devlet, gerek içe gerek dışa karşı kuvvet tekelini elinde bulunduran ve kullanan, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukukî kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır. Bölgesel devlet bu unsurlara ve fonksiyonlara sahip değildir. Bölgesel devlet, ulusal devletin ve merkezi yönetimin özerk siyasal birimidir. İtalya, bütünüyle bölgeselleşmiş bir yapıya sahiptir. İtalya’da daha güçlü olan bu tür bölgesel birimler, Fransa’da daha zayıftır. İngiltere’deki bölgelerin statüsü ve ulusal devlet içinde aldığı rol İspanya’dakinden güçlü değildir. Birleşik Krallık memleketlere ve milliyetlere bölünmüştür. Bu milliyetlerin kendi parlamentoları yoktur. Özellikle İtalya ve İspanya’da söz konusu bölge yönetimlerinin rolü, yasama yetkisi farklı olmakla birlikte tümünde ortak olan özellik, ulusal politikaların belirlenmesinde ağırlıklarının ya hiç olmaması veya çok sınırlı olmasıdır. Bundan başka bu siyasal özerk yönetimlerin kendilerine özgü yargı erki bulunmamaktadır. Mali açıdan da söz sahibi son noktada kendileri değil merkezi devlettir.

İkinci olarak, Bölge devletleri, adı üstünde, bölgeseldir. İtalya’dakiler böyledir. Başka bir deyişle, bölge, merkezi ulusal devletin egemen olduğu ülkenin bir parçasını oluşturur. Ülke bütünlüğünün ve bölünmezliğinin bir parçasıdır. Bu özerk siyasal birimlerin Ulusal devletten, self-determinasyon, kendi geleceklerini belirleme ve ayrılma hakları yoktur.

Bölgesel devletlerde bir diğer dikkati çeken siyasal ve idari ilişki, özerk bir yasama organı ve sayılı konularda yetki paylaşımı olmasına karşın, özerk birim iki başlıdır. Yerel özerk birimin yetkili makamının yanında (üstünde demek daha doğru) merkezi devletin tayin ettiği bir yetkili yer alır.
Bir diğer önemli husus, Bölgesel devletler, bir tarihi kimlik, kültürel bir topluluk veya milliyet esası üzerinde kurulma gibi bir koşula dayanmaz. Belçika’da, federasyondan önce, bölgeler vardı; federasyondan sonra federe devletlerin hala “bölge” olarak anılmaları, alışkanlıktan öte bir anlam içerir. Durum İtalya'da ekonomik, siyasi ve coğrafik faktörlere göre gelişmesine karşın, İspanya'da ve İngiltere'de kısmen kültürel ve etnik-milliyet unsurları kapsayacak biçimde farklı yönetim birimlerinin ortaya çıkması şeklinde gelişme göstermiştir. İspanya'da Bask, Katalan ve Galiçya bölgeleri bu niteliktedirler. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bütün bu siyasal gelişmeler ve oluşumlar üniter devlet biçimi bünyesinde varlık bulmuş olmakla birlikte İtalya'daki ve İspanya'daki veya Birleşik Krallıktaki örnekler birbirinden oldukça farklı özellikler göstermektedirler. İspanya'daki özerk birimler, genel olarak "Özerk Topluluklar" olarak adlandırılmaktadırlar.

A-b) Özerk Topluluklar

Özerk Topluluk kavramı, daha çok İspanya’daki siyasal birim veya bölgeleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu kavram, siyasal bölge, idari bölge ve birimlerden farklı bir işleyişe ve anlama işaret eder. Özerk Topluluklar siyasal yetkilerle donatılmış olup hukuksal açıdan anayasaya eşit veya anayasa ile yasa arasında ya da yasalarla eş düzeyde, özerklik potansiyellerinin belli fonksiyonlarını belli süreçlerde ortaya koyan, yetkileri anayasa tarafından belirlenen ve organları seçimle gelen Bölgeler tipidir. A. Nalbant, İspanya’da siyasal bölge yerine özerk topluluk ya da özerk yönetim kavramının benimsenmiş olduğunu söyler. Aynı yazar, özerklik kavramının, kendi statüsünü belirleme anlamına gelmekle birlikte; siyasal bölgelerin bir hükümet ve devlet olmadıklarını belirtmektedir. Başka bir deyişle özerklik, hukuki bir temelin oluşturduğu bir takım haklarla kendi kendini idare yetkisini kazanmasıdır. Bu ifade beraberinde başka bir hukuksal ve siyasal anlamı da çağrıştırmaktadır:  Siyasal özerk bölge ve topluluklar kendi kendini idare yetkisine sahip olmakla birlikte, kendi kaderini belirleme ve ayrılma hakkına sahip değildirler. Bu hak, Üniter Devletin payandası olan, tek Ulus’a aittir.

Ancak belirtmek gerekir ki, Anayasal çerçevede ve siyasal işleyişte İspanya'daki Özerk Topluluklar, İtalya'daki Bölgesel Devletlerle Birleşik Kralık'taki memleket ve milliyet üzerine kurulu yapılardan, önemli farklılıklar göstermektedir. İspanya, özellikle, çok dilli, çok kültürlü ve etnik çoğulluğu olan bir ülkedir. Ülke, 1978 Anayasası ile 17 Özerk Topluluğa ve iki Özerk kente ayrılmıştır.Bölgeler tam bir siyasal özerklikten yararlanmaktadırlar. Bölgelere yasama yetkisi verilmiş ve bölgelerin aldıkları kararlar, koydukları kurallar yasa hükmündedirler. Bu özellikler itibariyle İspanya Özerk Toplulukları bu statüleriyle bir çeşit ara hükümet görevini görmektedirler. Başka bir ifadeyle, bu özerk siyasal bölgeler,  Merkezi hükümet ile bölge alt birimleri arasında bir köprü oluşturan bir yönetim erki (mesogovernment)  gibi bir rol oynamaktadırlar. Ülkedeki yönetim krizini aşmak için farklı dil ve kültüre sahip bölgesel toplulukların çıkarlarını ve kimlik arayışlarını tatmin amacıyla planlanan "ara hükümetler" formülünün bugün uygulamada başarılı olduğu görülmektedir.

İspanya'daki Özerk Toplulukların statüleri, yetkileri ve hakları ile dilsel, kültürel ve etnik varlıklarına ilişkin güvence  1978 İspanya Anayasası'nda şöyle belirtilmektedir: "İspanyolların ve İspanya'daki bütün halkların, insan haklarını, kültür ve geleneklerini, dillerinin ve kurumlarının kullanılmasını güvenceye bağlamak, kendisini oluşturan ulusal toplulukların ve bölgelerin özerklik haklarını, aralarındaki dayanışmayı tanımak ve güvence altına almak.".

İspanya Anayasası'nda amaç ve yaklaşım bu şekilde açıkça belirtilmiş olmakla birlikte, başka bölümlerde çok katı sınırlamalar olduğu da görülmektedir. Örneğin, Anayasa'nın 145/1 maddesinde özerk topluluklara getirilen yasak şöyledir: "Hiç bir şart altında özerk toplulukların federasyon oluşturmasına izin verilmeyecektir."

 Toparlarsak; İtalya,  İspanya, İngiltere, Fransa ve Portekiz gibi üniter devletlerde bu olguların ortaya çıkmış olması oldukça ilginçtir. Kuşkusuz, üniter devletlerin bünyesinde ve siyasal sistemin katı merkeziyetçi  idari yapısındaki yaklaşımların esnetilmiş olmasından çok ileri bir durumdur bu. Özellikle dinsel, dilsel ve kültürel çeşitlilik desenlerinin az çok yoğunlukta olduğu ve etnik-ulusal farklılıkların belirgin bir biçimde var olduğu toplumlarda Tek devlet (otorite), tek ülke (toprak), tek millet  (ulus) ve tek egemenlik (hukukîlik) gibi subjektif yaklaşımların, küreselleşen ilişkiler çağında, miadına doğru bir eğilim kaymasına yöneldiği söylenebilir. Örnek gösterdiğimiz ülkeler, parçalanma ve bölünme riskini ortadan kaldırmak, ulusal bütünlüğü sağlamak, farklılıkları tanıyıp korumak ilkesiyle hukuki, siyasi ve idari reformlara başvurarak çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bu yöndeki reformların ve girişimlerin dayandığı toplumsal ve siyasal ilişkilerin dinamik olduğunu ve daha ileri gelişmelere yol açacağını olgular da göstermiştir. Belçika, bu dinamik gelişmenin bir örneği olarak, uzun yıllar federal yapıya doğru bir seyir izlemiş ve nihayetinde federalleşmiştir.

Öyle de olsa burada hemen belirtmek gerekir ki, gerek bölgesel devletler, gerekse özerk topluluklar birer devlet olarak tanımlanamazlar. İkincisi, bu yapıların bir arada olduğu ülkeleri federal devlet veya federe devletler olarak tanımlamak da son derece abartılı ve yanlış olacaktır. Her şeyden önce Üniter devletin buna direnme koşulları ortadan kalkmamıştır. İspanya'da olduğu gibi organik bir yasayla düzenlenen özerk yönetim yetkileri, Anayasa hükümlerini değiştirmek yoluyla merkezi yönetim tarafından tek yanlı bir işlemle budanabilmektedir. Özerk toplulukların ise buna direnme hakları hukuken yoktur; bu topluluklar Anayasayı değiştirme sürecine katılamazlar.

Özerk toplulukların hukuken sınırlandırılabildiği yer organik yasa tehdidiyle birlikte Anayasayı değiştirme sürecine katılmaları yönünde halen önlerinde kısıtlayıcı tedbirler olsa bile, uzun vadede geniş birliğe gitmek, yani federal bir sisteme doğru evrilmek için daha fazla bir engelle karşılaşmaları ihtimali yoktur. Bu bakımdan dünyada ülkelerin, toplulukların ve toplumların genel olarak federalleşme eğilimine girdiğini söylemek, olgulara aykırı olmayacaktır. Üniter devlet biçimine sahip İtalya, İspanya, Birleşik Krallık ve daha bir çok ülke bu sürece girmiş bulunmaktadır. Olgular, federalleşme yönünde toplumsal, kültürel, etnik ve ulusal eğilim, istek ve iradelerin giderek güçlenmekte olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de federalizmi temsil eden bir grup, çevre ve siyasi parti yoktur. Subjektif milliyetçilik  ideolojisiyle pekiştirilmiş Üniter Devlet yaklaşımına uygun oluşturulan kültür, federal özellikleri ağır basan Türkiye toplumunda, federalist fikir ve hareketlerin gelişmesine olanak vermemiştir. Bu paralelde, Türkiye’de siyasi kültür de federalizme oldukça yabancı kalmıştır. Demokrasi şampiyonluğu yapan siyasi aktörler, aydınlar, akademisyenler ve Anayasa hukukçuları federalizmden hiç bahsetmemektedirler.

Öte yandan, Türkiye'de, Kürtler'in önemli siyasal kanatlarından biri olan Hak ve Özgürlükler Partisi; Kurdistan'da federalizm ilkelerinin siyasal düzende hayata geçirilmesi, bu ilkeler temelinde toplumsal adaletin, barış ve eşitliğin sağlanması için giderek ağırlığını hissettiren ve sesini duyuran Kürt partilerinden biri olarak varlığını muhafaza etmekte, çalışmalarını sürdürmektedir.
Üniter devlet ve bu devlet biçiminin bünyesinde bölge ve topluluklar üzerinde şekillenen görünümlerle ilgili tespit ve kanılarımızı bu şekilde belirttikten sonra, federalizmin hayat bulduğu federal devlet konusuna artık geçebiliriz.

B-FEDERAL DEVLET

Federal devlet, birden fazla devletin bir araya gelmesi ile oluşan bir devlet biçimidir.. Federe devletlerin  anayasal bağla bir araya gelmesinden federal devlet, bu devletin kurucu asli unsuru olanlara federe devlet/devletler denmektedir. Federal devleti federasyonla karıştırmamak gerekir.
Federasyon, birden fazla devletin bir anayasal bağla bir araya gelmesidir. Federasyon, bir iç hukuk ilişkisine dayanan kurucu iktidar olayıdır.  Bu oluşumda iki tür devlet vardır; federal devlet ve federe devlet. Federasyona üye devletler arasındaki ilişki anlaşma değil, Anayasal niteliktedir. Başka bir deyişle, federasyon Anayasal nitelikteki siyasi birlik formudur. Toplarsak, federasyon; uluslararası hukukî kişiliğe sahip bir merkezi-federal devlet ile uluslararası kişiliğe sahip olmayan federe devletlerin aralarında güvenceli (anayasal) bir yetki paylaşımı yaparak oluşturdukları devletlerin siyasi birliğidir.

Federal devlet ise, bir devlet biçimidir. Siyasi, hukuki ve idari çerçevede işlevsel bir yapı demektir; yani faal içeriktir. Bu şu anlama da gelir ki, federal devlet de bir devlettir, federe devlet de bir devlettir. Yani, federe devlet de, devletin ülke-toprak, millet ve egemenlik unsurlarına haiz bir varlıktır. Federe devletin ayrı bir hükümeti, yasaması ve yargısı ile birlikte belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik hakkı vardır. Federal devlet ise, aynı niteliklerde iki ayrı hükümran gücün, özerklik potansiyellerini koruyarak, bir araya gelip oluşturdukları hukuksal ve siyasi bir yapıdır; daha üst ve geniş bir biçimidir.

Federal devlet, üniter devletin aksine, tek merkezli değil,  çok merkezli bir siyasi ve idari teşkilattır. Siyasi sistemde kuvvetler ayrılığı çok katı sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Yasama, yürütme ve yargı kurumları ayrı ve bağımsız çalışmaktadırlar. Siyasi ve idari yapıda yetkiler bölüşülmüştür. Federal devletin faaliyet alanları, yetkileri ve sınırları ile federe devletlerin hakları, yetkileri ve sınırları, Anayasal norm ve kurallarla açıkça belirlenmiştir. Modern federal devletlerde, federasyonun diğer unsuru olan federe devlet arasında yetki kullanma sınırı, sadece uluslararası ilişki ve sözleşmelerle ilgili noktada farklı bir nitelik gösterir. Çünkü, federe birimlerin uluslararası kişiliği yoktur. En azından klasik federal sistemlerde bu sınır kalın ve keskin hatlarla çizilmiştir.

Bunun dışında federal sistemlerde birden fazla hukuk düzeni vardır. Örneğin ABD'de her eyaletin bir Anayasası vardır. Federal birimlerin her biri ayrı birer egemenliktir. Buna göre federe birimlerin federal hükümete hesap verme zorunluluğu yoktur.  Öte yandan bu Anayasa'nın yanında aynı düzeyde bağlayıcı federal Anayasa mevcuttur. Hukuk düzenlerinin uygulama alanındaki ilişkilerde bir uyumsuzluk ortaya çıktığında, sorun, federal Anayasa-Yüksek Mahkemesi tarafından çözümlenir. Lehte  veya aleyhte, verilen kararın sonuçları, bağlayıcıdır. Federal hukuk, bütün federe devletlerin ülkesi üzerinde uygulanır. Öte yandan federe devletin böyle bir uygulama alanı bulunmaz. Örneğin, Teksas hukuku, bir başka eyalette, Virginia'da geçerli değildir. Virginia'nın ayrı bir hukuk düzeni vardır.

Federal devleti ve onun kurucu bileşeni olan federe devleti; bundaki siyasi ve idari işleyiş biçimi ve hukuksal fonksiyonları ile birlikte tümünü federasyonun faal içeriği adı altında topluyoruz. Bu ihtiyacı federasyon ile federal devlet kavramlarındaki ayırıma dikkati çekmek için duymaktayız.
Öyleyse, federasyonu, bir bağlanılmayı ifade eden bir olgu olarak değil, içeriğinde federal devlet ve federe birimlerin karşılıklı ilişki ve faaliyetlerini bir bağla temsil eden ve kapsayan bir olgu olarak tanımlamak daha doğru olur.

Bu faal içeriklerden biri olan federal devleti de, özerk ve bağımsız, hukuken eşit güçlerin kullanabilecekleri hak ve yetkiler çerçevesinde bir paylaşımı öngören serbest iradelerin oluşturdukları bir siyasi birlik, demokratik bir hukuk düzeni, şeklinde tanımlayabiliriz.

Günümüzde, farklı toplumlarda barış, özgürlük ve eşitlik içinde bir arada yaşama arzusu ve talebi dünya küresinin yarısını aşan federatif sistemlerin varlığıyla hayat bulmuştur. Bu durum federalizmin, federal nitelikli toplumlarda bir ütopya olmaktan çıkıp somut bir gerçeklik halini aldığını göstermektedir: ABD, Kanada, Avustria, Avusturalya İsviçre, Almanya, Belçika, Rusya, Hindistan, Irak…

Sonuç olarak, kendi yaklaşımımıza göre federal sistem, çok çeşitli kültürel, dilsel, etnik ve ulusal farklılıkları olan toplumların bir arada yaşayabilmeleri için siyasal yapı bakımından demokratik, uzlaşıcı ve barışçıl yaşam kaynağı olarak görülmektedir. Bu çerçevede federal sistem, belirli bir ortaklık için taahhütte bulunan bireylerin ve kurumların etkin bir işbirliği içerisinde bütünlüklerini koruyarak, özerk potansiyellerini özgürce ortaya koyabildikleri, sosyolojik temeli de olan siyasal davranışların özel bir biçimidir. Sosyal temeli de olan bir nitelik ortaya koyduğuna göre, federal bir sistemin, sadece hukuksal ve kurumsal bir yaklaşımla ele alınamayacağını ve tanımı bunlarla sınırlı tutmanın yeterli olmadığını belirtmek gerekir. Federal bir sisteme uygun zemin, federal bir toplumun varlığıdır.

4-Federal Toplum

Federal toplum kavramı yeni olmamakla birlikte, kavramın dayandığı temel ve unsurları konusunda  bu anlamda Türkiye’de yeterli çalışmaların yapıldığı söylenemez.  Bu kavramı oluşturan sosyolojik yaklaşıma göre, federalizmin doğası, sadece hukuksal ve anayasal terminolojinin gölgeleri içinde aranamaz. Bu doğayı kavrayabilmek için kültürel, politik, sosyal ve ekonomik gibi federalizmin dış formlarına da bakmak gerekir. Federal toplum, bölgesel çeşitlilikleri bünyesinde barındırır ve federal sistemin oluşumu için federal toplumun varlığı gereklidir. Başka bir ifadeyle federal bir sistemin özü, sadece kurumsal ya da anayasal yapı içerisinde değil, toplumun kendisinde bulunmaktadır.  Bu teoriye göre, din, coğrafya ve ekonomi gibi faktörlerin, bölgelerdeki etno-dilsel farklılıkları pekiştirdiği, fakat toplumda temel olan unsurun etno-dilsel desenlerin varlığının bulunmasıdır.  Bir toplumun belirli bölgelerinde yaşayan topluluklar arasında, dil, din, etnik köken ve tarihsel gelenekleri bakımından açıkça ayırt edilebilen farklılıklar bulunuyorsa, o toplumun federal olduğu söylenebilir. Federal toplum teorisinin bu parlak yaklaşımını kabul edersek, bu çeşitlilikler ve farklılıkların federal bir ulusun oluşumu için temel sütunları oluşturduklarını kabul etmek gerekir. Federal toplum ve Federal ulus kavramlarının, sosyolojik yaklaşım teorisyenleri tarafından türetilmiş olduğunu da belirtelim.

Konumuz açısından bu yaklaşımın önemi, federal bir sistem için bir toplumsal yapıyı oluşturan unsurların belirleyici rollerinin olabileceğidir. Bir ülkede farklı bölgelerde farklı dilsel ve etnik unsurlar bulunuyorsa, bunların herhangi birinin tek başına devlet iktidarını ve egemenlik hakkını elinde bulundurması, çatışmanın nedenidir. Bu, durumun en kötü görünümlerinden biridir. Fakat, durumun iyi seçeneğinden yararlanma imkânı da her zaman mevcuttur. Federal toplumlarda çatışma yerine barış, ayrışma yerine bütünleşme, farklılıkları dışlama yerine koruma, her zaman daha kolay bir yoldur: Bu doğrultuda siyasi düzeyde federalizmin benimsenmesi, topluluklar arasında hukuken eşit ve etkin bir işbirliğinin gerçekleşmesine, çelişki ve uyuşmazlıkların barışçıl çözümüne giden yoldur.

Bu yaklaşım çerçevesinde Türkiye gerçeğine bakıldığında durum nasıl görünmektedir; ona bakalım.

    6- Federal bir toplum olarak Türkiye

Türkiye, hem kültürel çeşitlilik motifleri bakımından hem de siyasi egemenliği altında bulundurduğu farklı etnik ve ulusal topluluklar bakımından, İspanya’dan daha az renkli bir ülke değildir. Yer aldığı coğrafyanın özellikleri, tarih boyunca insanların, imparatorlukların ve güçlü devletlerin ilgisini çekmiştir. Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları için önemli bir geçiş ve ulaşım köprüsü görmesiyle sahip olduğu kara ve deniz olanakları sayesinde ticaret ve ekonomik alanındaki avantaj da bu ilgiye eklenmiştir. Greekler, Persler, Romalılar, Araplar ve Moğollar’dan başka siyasi, ekonomik ve stratejik çıkarların kesiştiği bu coğrafya, güçlü devletler için her zaman bitmez tükenmez kanlı savaşların ve istilaların, rekabet ve boğuşmaların sürdüğü bir alan olmuştur. Bunlardan sonra Asya’daki göçlerle de dolan bu coğrafya poli-etnik özelliklerle çeşitlenip zenginleşerek, sonra uzun yüzyıllar Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. 

20. yüz yılın başlarında, Osmanlı imparatorluğu çöktükten sonra,  Türkiye Coğrafyasında iki temel etnik unsur, Kurdistan Bölgesinde Kürtler ve diğer bölgelerde  Türkler, egemenlik  rekabetine girişmiş; bu yönde zaman zaman birlikte hareket ederek, zaman zaman birbirleriyle çatışıp savaşarak üstünlük elde etmeye çalışmışlardır. Neticede Kürtler bu savaşı kaybederek, Osmanlı devletinden sonra Türkler tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında kalmışlardır.
Yeni kurulan TC devleti, egemenlik kurduğu sahada, üniter devlet yapılanmasına uygun subjektif milliyetçilik ideolojisi ile bütün kültürel çeşitliliği bir kalemde çizmiş, bütün farklı etnik ve ulusal toplulukların varlığını yok sayarak Türk Ulusu üzerinden tek millet, tek egemenlik yaklaşımında ısrarcı olmayı sürdürmüştür. Bu subjektif yaklaşım sonucunda kültürel motiflerin çeşitliliği ve etnik toplulukların varlığı zamanla silikleşip zayıflatılmıştır. Öyle de olsa, bu yönde sürdürülen çok yönlü politikaların uygulama zemininde beklenilen sonuçları vermediği  de görülmektedir. Özellikle Kürt gerçekliği, her türlü siyasi ve hukuki baskıya rağmen, etnik-ulusal ve bölgesel niteliklerini korumayı başarmıştır. Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Arab, Laz, Abaza, Tacik, Tatar gibi daha bir çok etnik ve kültürel grubun varlığına ve kültürel izlerine rastlamak hala mümkündür.

TC Anayasası, maddi bir gerçeklik olan bu durumu, subjektif form ve normlar içinde hala yok saymaktadır. Anayasanın 66. maddesinin ilk fıkrasında " Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, Türktür." denmektedir. Başka bir deyişle, yukarda verilen bütün farklı orijinlerdeki etnik unsurlar ve topluluklar, kanunla Türk, yapılmıştır. Hiç bir sosyolojik, felsefi ve hukuki anlamı olmayan bu madde Kürtler, Türkler, Rum, Ermeni ve Süryaniler için hem etnik kimlik hem de insan hakları planında gerginlik, huzursuzluk ve çatışma kaynağı olmuştur. Fakat bu subjektif hukuksal kıstaslar Türkiye'nin bir federal toplum olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Tarihsel nedenlerle iç içe geçmiş çeşitli kültürler ve yan yana durmuş farklı etnik topluluklar özgün niteliklerini belirli yerlerde ve düzeylerde, belirli bölgelerde ve yoğunluklarda hala çok belirgin biçimlerde korumaktadırlar.

Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan sonra üniter devlet ideolojisinin baskısından dolayı federalizm üzerinde yapılmış bilimsel ve akademik çalışmaların sayısı çok azdır. Bu yönde ilgi, bir kaç çalışmayla sınırlı kalmıştır. Ancak 2000 li yıllarda federalizme ilişkin çalışmaların dikkati çekecek oranda arttığı görülmektedir. Bunun Türkiye'de 2000'li yılların başlarından bu yana kısmen değişen üniter devlet yaklaşımıyla ve siyasi gelişmelerle bir ilgisi olduğu söylenebilir. TBMM Araştırma Merkezi'nin bile bu yöndeki bazı çalışmaları teşvik edip desteklemesi, bu saptamamızı kısmen doğrulamaktadır. Öte yandan buna, sessiz çoğunluğun, subjektif milliyetçilik kalıplarından ve doğmalarından oldukça rahatsız olduğunu ayrıca eklemek gerekir.

Bunlardan çıkan sonuç, Türkiye toplumunda, kültürel çeşitlilik motiflerinin, etnik ve ulusal farklılıkların ördüğü sosyolojik-federal bir zemin bulunduğundan, federalizmin daha fazla tanınması, benimsenmesi ve gelişmesi yönünde giderek imkânların daha da artacağını göstermektedir.

7- Kürd ve Kürdistan Gerçekliği

Kürd ve Kurdistan gerçekliğiyle federalizmin Türkiye'deki yazgısı arasında bir paralellik bulunduğunu söyleyebiliriz.

Cumhuriyetten sonra Kürt ve Kürdistan sorunu bir tabuya dönüştürüldü. Kürtçe yasaklandı. Kürtler diye bir milletin olmadığı iddia edildi. Bu iddiaya göre, Kürtler de Türk idi. Buna yönelik itirazlar ve başkaldırılar şiddetle bastırıldı. Kürt aydınları, yurtseverler ve ileri gelenleri hapsedildi veya yerlerinden kopartılarak Türkiye'nin batı bölgelerine sürüldüler. Uzun yıllar, neredeyse yetmiş yıldan fazla bir zaman, bu konularda resmi düzeyde veya toplumda açıkça bu sorunun adı konulmadı. Türkiye egemenliği altındaki Kürdistan bölgesinde yaşayan Kürtlerin, kültürel ve etnik nitelikleriyle bu coğrafyanın otantik bir motifi olduğu gerçeği, resmi düzeyde ve Türk siyaset makamlarında hala yarım bir ağızla telaffuz edilmektedir.

Gerçek şu ki, sosyo-kültürel ve politik bakımlardan Kürtlerin bugünkü durumu; Türkiye'nin her bölgesine yayılmış olmaları nedeniyle hem bir Kürt sorununu içermekte hem de farklı bir etnik ve ulusal  topluluk olarak bölgesel planda muhafaza ettikleri coğrafya, yani toprak unsurundan dolayı Kürdistan sorunu gibi ikili bir karakter taşımaktadır. Kültürel ve etnik özellikleriyle Kürtler toplumun diğer farklı topluluklarıyla oluşturdukları yapı deseninde farklı bir motifi yansıtmaktadırlar. Bugün yapıda iç içe geçen bu çeşitlilik desenlerini birbirinden söküp ayırmak mümkün değildir; ancak bu çeşitliliği korumak ve yaşatmak mümkündür.

Öte yandan Kürtlerin ülke olarak kabul ettikleri kendi coğrafyalarında farklı bir ulus olarak kendi siyasi haklarını ortaya koyma istek ve iradesi sürekli zinde olduğundan, bir Kurdistan sorunu, söz konusudur. Kürtler, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana bu amaçla zaman zaman aralıklarla, zaman zaman kesintisiz bir mücadele içinde olmuşlardır. Bu zeminde yaşanan acı ve kayıpların muhasebesini yapmak güçtür. Türkiye ve Kürdistan’da gerilim ve çatışma atmosferi hala çok kızgın ve şiddet yüklüdür. Durum böyle de olsa, devam eden bu mücadele karşısında direnen üniter devletin siyasal paradigması, hala her türlü araç ve engelle statükoyu muhafaza etmekte ısrarcı olmayı sürdürmektedir. Türkiye'de Federalizme karşı olan siyasi tutumun altında yatan neden de, Kurdistan sorununun çözümünde federalizmin barışçıl ve tek meşru anahtar olduğu gerçeğini kitlelerden gizlemektir. Bu gerçeğin gizlenmesinin altında, üniter devletin sonunun geleceği korkusu yatmaktadır.

Resmi düzeyde ve geleneksel devlet paradigmasında tutum böyle iken, Türkiye toplumunda, demokrat, sol ve özellikle sosyalist çevre, grup ve partilerin Kürdistan sorununa yaklaşımları çerçevesinde, neden federalist fikir ve ilişkilerden kaçındıklarını ayrıca göz önünde bulundurmak gerekir. Bunlar, Atatürk milliyetçiliği adı altında oluşturulan subjektif milliyetçiliğin, devletin Anayasası'nda yansıtılan ve sistemin diğer toplumsal kurumlarında, Türkiye'de doğuştan ölüme kadar çeşitli yol ve araçlarla sürekli empoze edilen ideolojisinin şekillendirdiği tek yanlı fikirlerle beslenmişlerdir. Türkiye kültürel çeşitlilik desenleriyle toplumsal yapıda çoğulluğun bütün renklerini yansıttığı halde, toplumsal kesimlerin, felsefe çevrelerinin, siyasi grup ve partilerin, federalizm ve Kurdistan söz konusu olduğunda, neden aymaz bir tutum içinde oldukları böylece anlaşılmış olmaktadır.

8- Kürdistan’da Federalist Yaklaşımlar

Kurdistan'da federalist fikirler Kemal Burkay tarafından siyaset alanına taşınmıştır. Türkiye ve Kurdistan sosyolojisinin ruhuna uygun olan siyasal modelin federal bir yapı olduğunu, incelediğimiz kadarıyla Kurdistan'da ilk dile getiren o'dur. Federalizm barışçıl felsefi bir tutumdur, bir dünya görüşüdür. Bu bağlamda Kürt ve Kurdistan sorununun  barışçıl ve demokratik araçlarla çözülebileceğini savunmuştur. Ona göre, Kürtlerin, Türklerin ve Türkiye'de yaşayan halkların birbirleriyle sorunları yoktur; sorun üreten olgunun, üniter devlet yapısından kaynaklanan tekçi ulus anlayışından hareket eden siyasi kurumlardır. Bu anlayış barışçıl bir tabiata sahip değildir. O yüzden toplumda gerilim ve çatışma havası egemendir. Bu durum giderek kronik bir kutuplaşmaya, toplumları birbirinden uzaklaştırmaya neden olmaktadır. Halbu ki, halkların eşit, adil ve özgür bir biçimde bir arada veya yan yana yaşamaları mümkündür. Kürtler de bir millettir ve üzerinde yaşadıkları bir toprakları, bir ülkeleri var. Her millet gibi onların da kendini yönetme ve egemen olma hakları vardır. Türkiye'de Kürtler ve Türkler, gerekli koşullar sağlanırsa, birlikte yaşayabilirler. Bu da ancak federal bir yapıda mümkün olabilir...

Kemal Burkay,  TC devletinin üniteryan doğasına karşı felsefenin bu "barışçıl silahları" ile  yaşamı boyunca mücadele etmiş  bir entelektüel, şair ve siyaset adamıdır.

Çalışmamızın buraya kadar olan temel ilgi konusu, Türkiye Kurdistanı idi. Kurdistan'ın diğer bölgelerinde Kürt ulusal mücadelesinde federalizm konusunda gelişmeler ne/nasıl olmuştur?
 Bilindiği gibi ikinci dünya savaşından hemen sonra uluslararası ve bölgesel güçler arasında varılan anlaşmalar gereği, Kürdistan dört egemen bölge devleti arasında bölüşüldü. Büyük parçası, Türkiye devletinin; diğer parçalar Irak, İran ve Suriye egemenliğine bırakıldı. Konumuzla ilgili olarak Irak Kürdistan bölgesinden başlayalım. Kürtler genelde bu bölgeden, Güney Kurdistan diye bahsederler.

9-Güney Kurdistan

Önce Osmanlı devletine karşı başlayan ve 1. Dünya savaşından sonra Irak devletine karşı yürütülen Kürt ulusal mücadelesi neredeyse bir yüz yıl kesintisiz devam etmiştir. Bu bölgedeki Kürtlerin baştan beri temel talepleri otonomi olmuştu. 1970 yılında Mustafa Barzani ve Irak lideri Saddam Hüseyin tarafından yapılan bir anlaşma, Kürtlere siyasi özerklik hakkı tanımaktaydı. Ancak bu anlaşma uzun sürmedi ve Kürtlerle hükümet tekrar karşı karşıya geldiler. Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak Hükümeti Kürtlerin imhası üzerinden bir siyaset ve savaş sürdürmeye başladı. Zamanla bu politikalar öyle bir düzeye tırmandırıldı ki, aralarında Halepçe katliamı olarak tarihe geçen ve Kurdistan bölgesinin önemli bir bölümünü kapsayan El-Enfal (yeniden fethetme) adı altındaki askeri operasyonlarda, Şubat 1988 yılında kullanılan kimyasal silahlarla, 200 binden fazla Kürt öldürüldü. Saddam hükümetinin yürüttüğü bu tarz saldırgan politikalar uluslararası kamuoyu vicdanını rahatsız ederken, özellikle petrol politikaları konularında ayrıca uluslararası güçleri rahatsız ediyordu. Durumun içine başka ekonomik ve siyasi nedenler de karışınca, nihayet 1991 yılında ABD, Birleşik Krallık  ve Fransa'nın yanı sıra bazı Arap ülkeleri koalisyonuyla Irak'a karşı savaş başlattı. Haliyle bu savaş Kürtleri de bir müttefik güç olarak içine çekmiş oluyordu. Bu savaş sonunda Irak uzun yıllar ekonomik, ticari ve siyasi bir ambargo ile kuşatıldı. Irak hükümetinin direnişi uzun sürdüyse de ABD öncülüğündeki müttefik güçler 20 Mart 2003′te yeniden savaş açtı ve Saddam Hüseyin devrilerek yönetimine son verildi. Kürtler için yeni ve tarihi bir dönem başladı.

Otonomi üzerinden şekillenmiş olan Irak Kurdistan bölgesindeki Kürt partileri, özellikle Kurdistan Demokrat Partisi (Partîya Demokratî Kurdistan) ile Kurdistan Yurtseverler Birliği ( Yekîtîya Niştimanî ya Gel), oluşan bu de fakto-fiili durumda, yönlerini federasyona çevirdiler. Adı geçen partilerin bu yönde izledikleri politikalara, uluslararası siyasi şartların uygunluğu da eklenince, Kurdistan Bölgesi, 15 Ekim 2005 tarihinde referandumla kabul edilen Irak Anayasası ile de jure- geçerli hukuksal bir statüye kavuştu.

Bu statü Anayasa’da her ne kadar federal bir Irak sistemi içinde belirtilmişse de, Irak federal Anayasası'nda kurucu iktidar tarafları "devletler" olarak ifade edilmiyor.  Başka bir deyişle Kurdistan, bir federe devlet olarak belirtilmemiştir; bir bölge, denmektedir. Uzun sayılacak bir girişten ve tarihi olayları hatırlattıktan sonra Irak Anayasası'nın 4. Maddesi, birinci fıkrası, "Arapça ve Kürtçe Irak'ın resmi iki dilidir." şeklinde belirtilmiştir. Yine 4. maddenin üçüncü fıkrası, "Kurdistan bölgesindeki federal birimler ve kurumlar iki dili kullanacaktır." şeklinde yazılmıştır.

Bu durumu burada tartışmamızın nedeni, Anayasa'da bu biçimsel normların sorun yaratabileceğine işaret etmektir. Yoksa kuruluşundan beri Kürtler ayrı bir devlet olduğunu söylemekte ve ayrıca Kurdistan Bölgesi Anayasası başlangıç bölümü federalizmin ilkesel çerçevesini açıkça çizmektedir. Konumuzla ilgili tarafı da budur; uzun bir geçmişi olmamasına rağmen federalizmin felsefi ve siyasi kültürünün Güney Kurdistan toprağında hızla somut bir gerçekliğe dönüşmüş olması, federalistlerin felsefi ve düşünsel bir zaferi olarak değerlendirilmelidir.

Burada ayrıca önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Önceki bölümlerde bölgesel devletin, devlet olmadığını belirtmiştik. İtalaya ve İspanya'daki örnekler ele alındığında konuyla ilgili olarak ileri sürdüğümüz bu düşüncelerin doğruluğundan şüphe etmememiz gerekir. Söz konusu ülkelerdeki bölgesel ve özerk toplulukların, devlet olma unsurlarına sahip olmadıklarını; bir devletin devlet olarak görülebilmesi için ülke, millet ve egemenlik unsurlarını birlikte içermesi gerektiğini ileri sürmüştük. Bu anlamda, devletin geçerli tanımını kabul edersek, şartlara göre şekillenen Bölgesel statüleri, bir devlet formunda kabul etmek mümkün olmamaktadır. Tutumumuz böyleyse, o halde, Irak'ta  kurucu iktidar tarafından   "Kurdistan Bölgesi"  biçiminde tanımlanan bugünkü Kurdistan Bölgesel Yönetimi için ne diyeceğiz?

Bölgesel mi? Federe mi? Yoksa bir ara hükümet kategorisine girer mi? Bir bölgeyi yönetmek, devlet olmak için yeterli bir koşul mudur?

9-1) Kurdistan'ın Statüsü

Kuşkusuz bu sorulara daha bir çok soru peşi sıra eklenebilir. Ne var ki, böyle bir şey, çalışmamızın sınır ve boyutlarını aşacağı için, biz soruna yapıyı şekillendiren kimi özelliklere bakarak yaklaşıp geçmeyi tercih ediyoruz.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yukarda sorduğumuz soruların tümünün dışında ele alınmalıdır. Yani hiç biri değildir. Ama bir devlettir!

Bir iç hukuku, ordusu, ağır silahları; kendine özgü maliyesi, finans kurumları var; uluslararası diplomatik, siyasi, askeri, ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında stratejik anlaşmalar yapma kapasitesiyle, de fakto bir devlettir: kendi ülkesi üzerinde millet gerçekliğine ve iradesine dayanan fiili bir egemenliktir. Kısacası Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti diye ifade edilen yapı, bir devletin  oluşması veya olması için gerekli unsurların tümüne sahiptir:ülke, millet ve egemenlik gibi...

Kuşkusuz, Güney Kurdistan'ın bu aşamaya gelmesinde federalizmin barışçıl ve adil ilkelerinin yol gösterici etkileri büyük olmuştur. Kurdistan Anayasası'nın giriş bölümü federalizmin ilham verdiği fikir ve ilkelerle donatılmıştır. 

10-Federalizm Bağlamında İran ve Suriye Kurdistanları

a)      İran Kurdistanı

İran'daki ulusal mücadele geleneğinin kaynaklarında da, Irak Kurdistanı'nda olduğu gibi otonominin öncelikle bir üst talep olarak cemiyet ve parti programlarında yer aldığı görülmektedir. Uzun yıllar bu gelenekten kopma olmamıştır. Kurdistan Demokrat Partisi-İran (PDK-İ) programında otonomi temel bir talep olarak öne çıkartılmaktaydı. Ancak uzun yıllar sonra adı geçen partinin federalizmin ilkelerini benimsemeye başladığı ve programına federasyonu aldığı görülmektedir.

PDK-İ, programı ve yapısı itibariyle barışçıl bir partidir. Buna rağmen İran tarafından en çok baskıya maruz kalan partilerden biridir. İran ajanlarının, bu parti üst düzey yöneticilerine karşı düzenlediği süikastler ve işlediği cinayetler  hafızalara kazınmıştır. PDK İran'da Kürt ve Kurdistan sorununun federasyonla çözülebileceğine öncelik veren ve bu doğrultuda demokratik ve barışçıl mücadele araçlarına başvuran bir parti olmasına karşın, İran teokratik cumhuriyetinin şiddetli baskılarına uğramaktadır. 20 yıldan fazla bir süre silahlı mücadeleye ara veren PDK, son yıllarda tekrar silahlı mücadeleye başvurmuştur.

Birlikte yan yana yaşamak istek ve iradesi ortaya konulduğu halde, partner olması düşünülen güçlü taraf bunu ısrarla reddediyorsa, ona itaat etme mecburiyeti ortadan kalkar ve direnme hakkı doğar. Bu durum barışçıl bir felsefi düşünce olan federalizmle çelişmez. Şartlar tutumu bu şekilde zorladığında, tiranlık yapana karşı koymak, direnmek ve ayrılmak federalizmde temel bir hak olarak tasvir edilmiştir.

b)      Suriye Kurdistanı

Suriye Kurdistanı'nda da federalizm kültürü Kürtler arasında pek eskiye gitmez. Burada federalizmin siyasal kültüre yansıması, Güney Kurdistan Bölgesindeki gelişmelerle yakından ilişkilidir. 2000 li yılların başında Güney Kürdistan Bölgesi üzerinden doğan yeni statü, federalizmin birim modeli olan federe devlet olarak kabul edildiğinden, bu model, Suriye Kurdistanı bölgesinde yaşayan Kürtler için de bir ilham kaynağı olmuştur. O zamana kadar, Suriye bölgesindeki siyasi kültürün, İran ve Irak bölgelerindeki PDK’lerin otonomi merkezli geleneksel ağırlıklarına göre şekillendiği görülmektedir. Bahsedilen etkenlerle 2000’lerde bu yöndeki siyasi eğilim yoğunlukla federalizme doğru bir kayma göstermiş ve federalizmin fikri filizleri bu bölgede de boy atmaya başlamıştır.

SONUÇ

Federalizm kavramı çerçevesinde yürüttüğümüz tartışma,  ister istemez, sosyal yaşamın zorunlu bir örgüsü olan devlet olgusuna, devletin doğasına ve biçimlerine de odaklandı. Bu kaçınılmaz bir yönsemeydi. Çünkü federalizm sosyal yaşamın örgüsünün bir tür felsefesidir. Bireyden topluma, toplumdan devlete, bütün bunların içinden çıktığı doğal çevreye kadar olan karşılıklı ilişkileri açıklamaya çalışan bir dünya görüşüdür. Bu görüş, soyut ilkeler üzerinde değil, somut olgulardan hareketle toplumsal ve siyasal ilişkileri açıklayarak bir tutum almayı, bir tavır geliştirmeyi amaçlar.
İnsan doğaya eklenmiş özerk bir varlıktır. Bu sınıfa giren bir varlığın toplumsal bir bağı var; çünkü insan ancak toplum içinde insan olabilir. Diğer yandan, bu varlık, çeşitli özellikleriyle toplumun diğer insanlarından farklıdır. Çeşitli özellikler ve farklı nitelikler uyumsuzluk değil, toplumsal dokunun uyumlu desenlerini oluştururlar. Bunlar birlikte bir arada bir yüzeyin üzerinde çok zengin içeriklerle çok renkli bir tablo meydana getirebilirler.

Çeşitli kültürler, dinler, diller; farklı etnik ve ulusal topluluklar da makro düzeyde böyle bir zindelik ve zenginliktir. Bunlar, ırk, cins ve renk gibi doğal özelliklerini ve toplumsal özerklik potansiyellerini koruyarak barış halinde, eşit ve adil bir bütün oluşturabilirler. Federalizm düşüncesi ve Federal toplum, budur. Bu toplum biçimi karşılıklı dayanışma ve barışçıl ilişkilerle kendisi için bir hukukî ve siyasi oluşumu, yani federal devleti daha kolay yollarla inşa edebilir. Bu mümkündür. Dünya ülkelerinin yarısından fazlası, bu deneyimin somut örnekleridir. Küreselleşen ilişkiler çağında toplumlarda federal bir hukuka ve siyasal düzene kavuşmak isteği artmakta ve bu yöndeki irade giderek güçlenmektedir.

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan sonra, birkaçı dışında, federalizmi konu alan ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Bunda, üniter devlet yapısının etkili olduğuna kuşku yoktur. Bilindiği gibi üniter devletlerde federasyon yasaktır. Federalizmi konu ettiğiniz zaman, devletin egemenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tartışmaya açmış olacaksınız. Bu TC Anayasası tarafından yasaklanmış bir davranıştır (m:3, m:4).  Ancak 2000’li yıllardan bu yana Türkiye’deki akademik çevrelerde, üniversitelerde ve kimi araştırma kurumlarında federalizme gözle görülür bir ilginin arttığını ve bu yönde ciddi çalışmaların yapıldığını söyleyebiliriz. Yapılan çalışmalar, genel olarak federalizmi başka ülkelerin sosyal-politik deneyimleriyle felsefi ve düşünsel boyutlarıyla sınırlı tutmuşlardır. Bunların, Türkiye’ye özgü bir federalizm ya da federasyon projesi üretmekten ziyade, akademik planda bir fikri alt yapı oluşturmak amacıyla yapılan çalışmalar olduğu görülmektedir. Ayrıca bu çalışmalarda Türkiyede’ki çeşitli kültürel desenler, farklı dilsel ve etnik topluluklar, Kürt ve Kürdistan sorunu ile bir ilişki kurulmadığını da belirtmek gerekir.

Daha önce belirttiğimiz gibi Türkiye’de federalist bir felsefi çevre, düşünsel yapı ve siyasal parti yoktur. En uç görüşlerin bile benimsenme imkânı bulduğu Türkiye toplumunda, federalist bir kültürel ve siyasal eğilimin boy vermemiş olması ilginçtir. Üniter devletin ürettiği subjektif ideoloji ile beslenen bir iklimde, barışçıl politik bir kültürün boy vermesi, elbet, oldukça zordur. Fakat bu durumun sadece faktörel bir  yanıdır; durumun öbür yanı, Kurdistan meselesidir. Üniter devlet ikisine karşı her zaman bir husumeti, bir endişeyi, bir korkuyu topluma empoze etme yoluna gitmiştir. İkisi de devlet, ülke, millet ve egemenliğin bütünlüğü için uyandırılması ölümcül sonuçlara yol açan tehlikeli bir ateş gibi algılanmıştır. Bu nedenle Kurdistan’dan söz etmek açıkça yasaklanmışken, federalizme karşı örtük bir yasaklama her zaman söz konusu olmuştur.

Kurdistan’daki ulusal politik kesimlerde de federalizm yaygın bir ilgi konusu olmamıştır. Türkiye’de faaliyet gösteren Kürt geleneksel grup, örgüt, partiler ve izleyicileri genel olarak kültürel haklar, kimlik sorunu, özerklik ve otonomi gibi hedefler etrafında taleplerini dile getirmişlerdir. Bağımsız birleşik Kurdistan hedefiyle hareket edenlerse, marjinal düzeyde kalmışlardır. Bunların dışında illegal şartlar altında 1974 yılında kurulan Türkiye Kurdistanı Sosyalist Partisi (TKSP) federalizmin ilkesel çerçevesinden hareket ederek programına federasyonu koymuştur.  Bundan başka 2002 yılında yasal zeminde kurulan Hak ve Özgürlükler partisi de federasyon hedefiyle varlığını beyan etmiştir. Bu parti, programında, ancak federalizm ilkeleri ışığında Kürt ve Kurdistan sorununun çözülebileceğini belirtmiştir.

Son söz için toparlarsak; 1970’lerden bu yana, federalist eğilimlerin gelişmesinde ve federalizmin bir sosyal ve siyasal kültür olarak Kurdistan’ın dört parçasında yayılmasında Kemal Burkay’ın etki ve çabası kayda değer olmuştur. Kürt ve Kurdistan sorununun çözümü için savunduğu hukuksal ve siyasal model ile bu modelin siyasal formu olan federasyona ilişkin federalist fikirleri, küreselleşen insan ilişkileri çağında gözü kulağı açılan Kürt toplumunda bugün daha kolay taraftar buluyor.   
Güney Kurdistan’da oluşan “federe devlet”, federalizmin Kürtler arasında benimsenmesinde ve diğer parçalarda yaşayan Kürtlerin yönlerini federasyona, federalizmin öngördüğü modele çevirmelerinde ayrıca tetikleyici bir rol oynamıştır.

Kurdistan coğrafi bir bütünlük olmasına karşın egemen devletlerin uyguladıkları politikaların etkisiyle Kurdistan bölgeleri kültürel, ekonomik ve demografik bakımdan birbirlerinden farklı özellikler ortaya koymaktadır. Bu bölgelerde gelişmeler, Kürtlerin lehine olduğu takdirde, siyasal statülerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Kurdistan merkezli bu siyasi statülerin, bölgesel özerkliklerini koruyarak birleşmeleri önünde aşılmayacak bir engel görünmemektedir.

Bu çerçeveden bakıldığında, Güney Kurdistan’daki son gelişmeler ve devam eden süreç, Kürtler açısından geleceğe ilişkin bir ışığın parıldamakta olduğunu müjdeler gibi görünüyor: Dört Bölgede federal kültür geliştikçe Kürtler için, uzun vadede özgün-birleşik federal bir Kurdistan’a ulaşmak, bir ütopya olmaktan çıkabilir…

Ahmed Kaymak /14/09/2016
Sosyal Bilimler Araştırma Derneği Başkanı
Hak-Par PM Üyesi



1-       Alper Arısoy, Avrupa’da Federalizmin Geleceği ve Avrupa Bütünleşmesinde Federalist Akımlar
2-       Oktay Uygun, Yeni Dünya Düzeninde İnsan Hakları
3-       Mete Yıldız, İspanya  Yönetim Sistemindeki Tekçilik ve Federalizm Tartışmalarının Değerlendirilmesi
4-       Demet Çelik Ulusoy, Federal Toplumu Anlamak: Federal Sistemlere Sosyolojik Yaklaşım, erişim:http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/2029/21108.pdf
5-       Oktay Uygun, İki Toplumlu Siyasal Sistemler
6-       Prof.Dr. Tahsin Bekil, Federal Devlet Üzerine Bazı Düşünceler, Çev: Özer Ozankaya, 21-25 Eylül 1964 tarihleri arasında Cenevrede Toplanan 6. Dünya Kongresine tebliğ edilen düşünceler
7-       Dr. Demet Çelik Ulusoy,Federal Sistemlerde Geriye Bakış: Modern Öncesi Yaklaşımlar, AÜ SBF Dergisi,c.69,no.4,2014s.739-776
8-       Franz Opphenheimer, Devlet, (Çev: Çev: Alâeddin Şenel-Yavuz Sabuncu, 2005)
9-       Arend Lijphart,Çağdaş demokrasiler, (Çev. Ergun Özbudun-E. Onulduran)
10-    Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş
11-    Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku
12-    Atilla Nalbant, Bölgesel Devlet: Yeni Bir Devlet Biçimi mi? Amme İdaresi Dergisi, c.29,Sayı 2, Haziran 1996
13-    Diyarbakır Söz Gazetesi, 3 Eylül 2016
14-    İspanya Anayasası, erişim: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/2029/21108.pdf
15-    Diyalog Dergisi, Aylık Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, S.2, 15 Şubat 210
16-    Kurdistan Bölgesel Anayasası Taslağı,  erişim: http://bianet.org/bianet/siyaset/13916-irak-kurdistan-bolgesi-anayasasi-taslagi
17-     TC Anayasası (1982)
18-    İraqi Constitution 2005, (Irak Anayasası, erişim: http://www.iraqinationality.gov.iq/attach/iraqi_constitution.pdf
19-    Doç.Dr. İlhan Lütem, Cihanşümul Bir Federalizmin Şartları ve Güçlükleri, erişim: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/275/2578.pdf
20-    PSK  Programı, Birinci Bası: Temmuz 1993, 2.Bası: Ağustos 1993
21-    Hak ve Özgürlükler Partisi Programı, 2002


Not: Yazarın bu çalışması, http://www.dengekurdistan.nu/ sitesinden alınmıştır.