28 Mayıs 2016 Cumartesi

Ölüm ve Adalet Karşısında Eşit Değiliz...




Leyla Çalışkan  

Çocuklarını kaybedenler, zindandan dönüşünü bekleyenler için her gün acı ve hüznün ilk günüdür; bu ıstırap hiç ihtiyarlamaz!

Kimileri için ise Bizantindir!

Daha annemizin karnındayken güven duygusunu kaybettiğimiz bu hayata negatif bakarak gözlerimizi açtığımız ve doğduğumuz günden itibaren eşitliğimizi kaybettiğimiz adaletsiz sistem bize ölümün karsısında veya adaletsiz adaletin karşısında adaletsiz davranmaktadır.

Sayısız adaletsizliklerle dolu bu üç günlük dünyada herkes ölümün karşısında eşittir ve eşit dağılmıştır, denilir. Kimisi ölüm için yaşar, kimisi yaşam için ölür. İşte burada, ölürken ne hissedilir, ne düşlenir bu önemlidir. Bunu ona yakın olanlar çok iyi bilir.

Ölümün nereden ve nasıl geleceği belli olmaz, bir rastlantı sonucu doğar, şansımız varsa eğer bir rastlantı sonucu yaşamımızı kendi istediğimiz yöne çevirebiliriz.

Bazen de ne zaman öleceğimizi biliriz.

Ölüm karşısında hepimiz eşitiz, kim olduğumuza bakılmaksızın!

Lakin Kürdler burada da eşit değil.

Yasalara göre de, insani anlayışa göre de insan öldükten sonra da vücuduna saygı gösterilmesi gerekir. Yaşarken onun sahip olduğu haysiyeti ve fiziği ölümünden sonra da korunmak zorundadır. Asla çıplak ve farklı bir şeylere sarılarak ölüm gösterilemez.

Bu suç, vekil-memur olma hırsı için delirmişler tarafından 2011 yılındaki genel seçim öncesi, operasyonda infaz edilen HPG'li 5'i kadın 8 gerillanın cesedi seçim propagandası gibi gösterilerek işlendi. Tüm sosyal medyada (bu gün dahi ararsanız sitelerde bulabilirsiniz, sanki adli tıp merkezi!) ve aday olanların sayfasında paylaşıldı. 8 gencin cesedinin videoya çekilmesine izin veren BDP ve insan hakları savunucuları aslında insan hakları suçu işlediklerini göremeyecek kadar tüccar olmuşlardı. İnsanlıktan çıkan siyaset insan onurunu ayaklar altına alıyordu. Aynı zamanda Kürdleri travmatize ederek bu duruma alıştırıyorlardı. Bu durum yatay, dikey, yüzeysel devletin ne kadar stratejik ve politik olarak üstün olduğunu göstermekteydi. Normalde savaşlarda cesetleri saklarlar, göstermezler, psikolojik kayıp ve askerine saygı duyduğundan. Buradaki hesap kısa süreliydi, önemli değildi, yaratacağı etki sadece oya ve propagandaya dönüşsün yeterdi. Çocuklarının cesedi sosyal medyada ve TV’lerde gösterilen aileler AHİM'e başvursalardı herhalde ilk defa ölü vücudunun haysiyetini ihlal edenlerin onların onurunu koruması ve saygı göstermesi gerekenler olacaktı. Kimse 8 gerilla ölürken ne hissetti diye düşündü mü acaba? Vücutlarının görünmemesi için toza dönmek isteyen ruhlarını işiten oldu mu?

Yıllar önce güney Kürdistan'da Shanidar'da Neanderthal çağa ait mezarda kemiklerin yanında yedi türe özgü bitki bulunmuştu. Bundan 50 bin yıl önce dahi ölülerine saygı duyan bu topraklarda nasıl oluyor da 21 yy’ın başlarında ihlale dönüşebiliyordu. İnsanlığın gelişiminden beri insanlar ölülerine saygı duymuş onu ebedi dünyasına yolcu ederken onurlandırmışlardır. Eğer öldürülmüş ve katledilmişse suçluların cezalandırılması için davanın takipçisi olmuşlardır. Kürdlerin medyası ise adli tıp uzmanı edasıyla detayları anlatırken ‘Ben bakamadım’ diyenlerin sayısı çok fazladır. Kürdler ölüme, katliama uzak bir toplum değil, bu gün üstünde yaşanan toprak hep kanla sulanmıştır, fakat hiç bir zaman ölünün hakkı ihlal edilmemiştir.

Kaybetmek duygusu acıdır ve o giderken, bizden de bir şeyler gitmektedir ama yaşamdan bir yıldız gibi kayarken hiç şüphesiz bizden de istedikleri vardır. Aristo ölümü "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yasaması'' olarak değerlendirirken ayrılığın bir şey değiştirmeyeceğini aynı ruh ve inançla devam edeceğini belirtmiştir.
Dünyanın her toplumunda unutmak ihanetle eşdeğer tutulmuştur. Çünkü her ölüm bir derstir ve düşündürür, hissettirir ve öğretir. Peki Kürdler ne öğrendi, ne hissetti, ne hissettirdi? Hem katledile katledile, hem de zindanın karanlıklarında bir yıldız gibi kayıp giden yakınlarına verdikleri sözleri unuttu mu? Onlar hiç mi yaşamadı, hiç mi gülmedi, hiç mi konuşmadı, hiç mi idealini anlatmadı? Onlar taş mıydı, neydi onlar! Kürdün tavuk kadar değerinin olmadığı yerde, tavuk gibi öldürülen Kürdlerin haberini yapmak için katledilenleri unutmak! ‘Evde değil tünelde aşk’ diye Kürdleri Kürdlükten çıkarıp ahlaksızca teşhircilik suçu işlemeye itenlere ne denilir acaba?...

Ölüm acı, fakat bizi gerçekliğe götüren de yoldur ayni zamanda.

Bir amacı gerçekleştirmek ya da bizim olan topraklarda yaşamak için ölümle hep yan yana olunmuştur. Tıpkı sevgi ve ölüm gibi hem yüreğimizde, hem ensemizde hissetmişizdir yada tanıklık etmişizdir. Kimileri ise bazen ölümü geciktirmek ya da ölüm diyarından kaçmak için korkularından gerçeği arayıp bulacağına, tutkularının esiri olmuş ölümü sadece Kürde reva görenlerin sofrasına, sembollerinin tutkusuna kapılır. Tutkuların esir almasından tehlikeli bir şey yoktur çünkü istekleri gerçekleştirmek için hiç bir sınır tanımaz.

Artık tutkular güce sahip olmanın, mal ve para gibi her şeye sahip olmanın, hırsın, kavgaların şiddetin kışkırtıcılığın oyuncusudur. Onun amacı, gücünü korumak için ölüm makinesine bile dönüşebilir, şaşırtır ve gerçeği görmemize engel olan barikatlar kurar.

Bunlar hep dokunulmazlıktan ve makamdan güç alarak aynı zamanda unutturmaya da çalışırlar; yürekleri kurumuş olsa bile fırsatçılık ve hırsları taptazedir. Normalde insanlar dramatik gerçeğin karşısında çaresizlikle değil, bu dramların bir daha işlenmemesi için kurban olanların anılarına sadık kalmak için, onları unutturmamak için katillerinin cezalandırılmasının takipçisi olmalıdır.

Çünkü vefa ve sadakat tüm erdemlerin temelidir, insanı insan yapan en yüce duygu ve evrensel ahlaktır.
Cefaya sadakat göstermeyenler erdemi kaybettiklerinden hep geçmişi yaşamaya mahkumdurlar.

Çünkü geçmişi aşmanın yolu değiştirmekten geçer. Yaşadığımız ve hüzünlü olaylara tanık olduğumuz yerler, katledilen kadınlar, çocuklar ve evde arama bahanesiyle bedenleri havaya uçuranlar! Çocuklara oyuncak diye hediye olarak gökten bomba gönderenler! Evi de, toprağı da kendisine ait olmayanlarca keyfi nedenlerle katledilen 60 bin sivil Kürdü, milyonlarca göçertilmeyi, travmatik hafızaya uğratmaları, perişanlığı Kürdlere hak olarak görenler... Hrant Dink, Metin Can, Hasan Kaya, Şevket Epözdemir, Mehmet Sincar, Metin Özdemir, Habib Kılıç, Muhsin Melik, Mehmet Ayyıldız, Cemal Akar, Serdar Tanış, Ebubekir Deniz, Halil Adanır, Lokman Gündüz, Orhan Karaagar, Hatice Belgin, Kemal Ekinci, Hıdır Çelik, Teğmen Demir, Haşim Yaşa, Zülküf Akkaya, Adil Başkan, Yalçın Yaşa, Kadir İpeksümer, Adnan Işık, Mehmet Sencer, Nihat Yakut, Hîkmet Yakut, Mehmet Can, Ihsan Yakut, Siraç Pençe, Yahya Yakut, Cengiz Altun, Hafiz Akdemir, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz, Musa Anter, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe, Gurbetelli Ersoz, Nazım Babaoğlu, Ersin Yıldız, Seyfettin Tepe, Cenan Demirel, Ayfer Serçe, Vedat Aydın ve daha niceleri anasının karnından doğmamiş bebekten tutun, 90 yaşındaki yaşlıya kadar!

Peki yasarken ölüme mahkum edilen, diğer deyimle, yaşayan ölüye dönüştürülmeye çalışılan tutuklular karşısında ve onlara verileni cezaların karşısında ne kadar tepki gösterebiliyor, ne kadar sahip çıkabiliyor ya da etnik kökeninden dolayı ceza verilenin ailelerini yanıltan devletin çarklarından birisinin dişlisi olan avukatların adalet yerine adaletsiz yaklaşımına tepki gösterebiliyor muyuz?

Örneğin, ünlü bir avukatın kızı olan Pınar Selek’e, Mısır çarşısı davasından dolayı sosyal medyada kendisine özel sayfalar açıldı, bir anda insan hakları şampiyonu gibi gösterildi ve bir söz söylese medyada haber oluyordu. Peki aynı davada yargılanan Kürd Abdulmecit Özturk ve onun Türkçe bilmediğinden dolayı da günlerce işkence gören ve adı dahi bilinmeyen halasından (Ş. G) neden hiç bahseden yoktu? Sanki adaletsizliğe uğrayan sadece Pınar Selek'ti. BDP MKYK üyesine ‘Neden bu çifte standarta karşı çıkmıyorsunuz, Abdulmecit’i neden medyalaştırmıyorsunuz’ dediğimde aldığım cevap utanç vericiydi; "O geri zekalıyı mi ünlü yapacağız?”

Gezi olaylarında kırmızı fular taktığından veya takması önerildiğinden fiziği düzgün bir genç kızı sevimli mi sevimli gösteren medya onu kurban olarak gösterirken dozajı o kadar artırdı ki, neredeyse kırmızı başlıklı kızı anımsattı herkese. Davası çok ilginçti. 100 senenin üsütünde ceza verilmek isteniyor ama her ne hikmetse birkaç ay hapis yatıyor ve sonra özgürce çıkıp kırmızı ojeli elleriyle turizm acentası temsilcisi gibi Kandil’den Kürdlere ders veriyor; üstüne üstlük “Kürd kadını dağa taciz tecavüz ve şiddetten dolayı çıkmaktadır!” diyordu utanmadan..

Çünkü o artık youtube’da da meşhurdu ve ne de olsa sevimli ve güzel kırmızı başlıklı bir kızdı...

Diğer tarafta ise, ailesi sosyal medyada hesap açana kadar TC’nin en uzun sureli tutuklusu olan Hakkarili Serhat Tugan ne biliniyor ne de tanınıyordu. Çünkü medya onun haberini yapmıyordu. İşin gerçeği ben de bilmiyordum. Saygı duyduğum, değer verdiğim Serhat Tugan'ın babasını tanımama rağmen. Sosyal medyada okuduğumda çok üzüldüm; özellikle çifte standartlı, ayrımcı, Kürdü aşağı Türkü baş tacı eden anlayışa...

‘Kürdlerden tanınmış insan çıkmaması politikası’ Osmanlıdan beri devam ediyordu. Bunun nedeni, ‘acıları, uğradığı zulümler, fikirleri, çalışkanlığı asla tanıtılmamalı, ve dahası unutturulmalı’ anlayışıdır.

Türkiye’nin en uzun süreli tutuklusu olan Serhat Tugan 16 yaşında bildiri dağıtırken yakalanıp idam cezasıyla başkasının yerine yargılanması, uluslararası yerli halkın hakkını ihlal, çocuk haklarını açık ihlal olmasına rağmen, ona gelince sessiz kalınıyor. Bu bir çifte standart değil de nedir?

Baroların, İHD’lerin sessizliği onların tarafsız olmadığını göstermektedir. Aksi takdirde, bugün Serhat dünyada ‘haksız yaşların kurbanı’ sembolüne dönmüştü. Hem çocukluğunu, hem gençliğini, hem orta yaşlığını çalan Kürde gelince adaletsiz adalet sisteminde en çok üzülecek şey partisinin sahip çıkmamasıdır.

Bunda kıskanç, yetersiz, zayıf karakterli sorumluların rolü büyüktür.

Serhat cezaevinde olmasına rağmen okumuş, liseyi bitirmiş ve ardından da iki fakülte bitirmiş. Sonuçta kolay değil zindanda okumak, sınavları geçmek ama o en zoru başarmış bir Kürd. Kürd medyasının sansür koymasından dolayı Kürdlerin Serhat’tan haberi yok. İnsan hakları organizasyonlarına gelince, yani onlar memuriyet anlayışını aşamamış, atamayla seçtirilen, nötralitesi olmayan memur zihniyetli savunucularına gelince!.. Sadece suçu Kürd olmak olan bir Kürd çocuğunun Kürdlerin haklarını savunanlarca görmezden gelinmesinin bir tek açıklaması olabilir, o da kolonyal milletlerde görülen aşağılık kompleksi, yani kendini sürekli aşağıda görüp egemen olana iyi ve farklı hizmet vererek ne kadar güçlü olduğunu ona göstermesidir.

Sonuçta Suruç'ta askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren sosyologun internetteki videosuna baktığınızda yetenekli bir Kürd genci olduğunu görüyorsunuz ama yoksulluk görüntüsü insanın içini acıtırken partisinde yer alan Türk kadınlarının Kürdlerin parasıyla alınmış giysilerle gümüş kemerlerle nasıl da salına salına platformlarda Kürdlere sevdirilirken, Kürdlere bekçi yapılması nasıl bir handikap içinde bulunduğumuzu bize açıklar.

Örneğin, Ömer Güney'i yardımcı ve şoför olarak kullanan Nedim Seven için medya yer ayırırken, neden direnen bir gence yer ayırmaz? Aradaki fark nedir?

Kolonizasyon zemini kaygandır.

Serhat Tugan için adalet değil, derhal serbest bırakılmasında diretilmelidir.

Adaletsizlikten adalet istediğinizde o adaletsiz sistem meşrulaştırılır.

Oysa, adaletsizliğe karşı çıkarken onu meşrulaştırma tuzağına düşülmemelidir. Adalet dediğimiz bir günlük bir olay değil, yavaş yavaş adımlarla ve çekilmeden, hakkın yolundan ayrılmadan kararlıkla sağlanır.

Byzantinin çözümsüzlük labirentinde kaybolarak değil sadece gerçeği, gerçekliği savunmak yeter. Dünyada hiç bir hile, yalan, şiddet gerçekliğin adaleti karşısında duramaz ve yenilmeye mahkûmdur.

Hiç yorum yok: