Leyla Çalışkan
Kimileri için ise
Bizantindir!
Daha annemizin
karnındayken güven duygusunu kaybettiğimiz bu hayata negatif bakarak
gözlerimizi açtığımız ve doğduğumuz günden itibaren eşitliğimizi kaybettiğimiz
adaletsiz sistem bize ölümün karsısında veya adaletsiz adaletin karşısında
adaletsiz davranmaktadır.
Sayısız
adaletsizliklerle dolu bu üç günlük dünyada herkes ölümün karşısında eşittir ve
eşit dağılmıştır, denilir. Kimisi ölüm için yaşar, kimisi yaşam için ölür. İşte
burada, ölürken ne hissedilir, ne düşlenir bu önemlidir. Bunu ona yakın olanlar
çok iyi bilir.
Ölümün nereden ve nasıl geleceği belli olmaz,
bir rastlantı sonucu doğar, şansımız varsa eğer bir rastlantı sonucu yaşamımızı
kendi istediğimiz yöne çevirebiliriz.
Bazen de ne zaman
öleceğimizi biliriz.
Ölüm karşısında
hepimiz eşitiz, kim olduğumuza bakılmaksızın!
Lakin Kürdler burada
da eşit değil.
Yasalara göre de,
insani anlayışa göre de insan öldükten sonra da vücuduna saygı gösterilmesi
gerekir. Yaşarken onun sahip olduğu haysiyeti ve fiziği ölümünden sonra da
korunmak zorundadır. Asla çıplak ve farklı bir şeylere sarılarak ölüm gösterilemez.
Bu suç, vekil-memur
olma hırsı için delirmişler tarafından 2011 yılındaki genel seçim öncesi,
operasyonda infaz edilen HPG'li 5'i kadın 8 gerillanın cesedi seçim
propagandası gibi gösterilerek işlendi. Tüm sosyal medyada (bu gün dahi
ararsanız sitelerde bulabilirsiniz, sanki adli tıp merkezi!) ve aday olanların
sayfasında paylaşıldı. 8 gencin cesedinin videoya çekilmesine izin veren BDP ve
insan hakları savunucuları aslında insan hakları suçu işlediklerini göremeyecek
kadar tüccar olmuşlardı. İnsanlıktan çıkan siyaset insan onurunu ayaklar altına
alıyordu. Aynı zamanda Kürdleri travmatize ederek bu duruma alıştırıyorlardı.
Bu durum yatay, dikey, yüzeysel devletin ne kadar stratejik ve politik olarak
üstün olduğunu göstermekteydi. Normalde savaşlarda cesetleri saklarlar,
göstermezler, psikolojik kayıp ve askerine saygı duyduğundan. Buradaki hesap
kısa süreliydi, önemli değildi, yaratacağı etki sadece oya ve propagandaya
dönüşsün yeterdi. Çocuklarının cesedi sosyal medyada ve TV’lerde gösterilen
aileler AHİM'e başvursalardı herhalde ilk defa ölü vücudunun haysiyetini ihlal
edenlerin onların onurunu koruması ve saygı göstermesi gerekenler olacaktı.
Kimse 8 gerilla ölürken ne hissetti diye düşündü mü acaba? Vücutlarının
görünmemesi için toza dönmek isteyen ruhlarını işiten oldu mu?
Yıllar önce güney
Kürdistan'da Shanidar'da Neanderthal çağa ait mezarda kemiklerin yanında yedi
türe özgü bitki bulunmuştu. Bundan 50 bin yıl önce dahi ölülerine saygı duyan
bu topraklarda nasıl oluyor da 21 yy’ın başlarında ihlale dönüşebiliyordu.
İnsanlığın gelişiminden beri insanlar ölülerine saygı duymuş onu ebedi
dünyasına yolcu ederken onurlandırmışlardır. Eğer öldürülmüş ve katledilmişse
suçluların cezalandırılması için davanın takipçisi olmuşlardır. Kürdlerin
medyası ise adli tıp uzmanı edasıyla detayları anlatırken ‘Ben bakamadım’
diyenlerin sayısı çok fazladır. Kürdler ölüme, katliama uzak bir toplum değil,
bu gün üstünde yaşanan toprak hep kanla sulanmıştır, fakat hiç bir zaman ölünün
hakkı ihlal edilmemiştir.
Kaybetmek duygusu
acıdır ve o giderken, bizden de bir şeyler gitmektedir ama yaşamdan bir yıldız
gibi kayarken hiç şüphesiz bizden de istedikleri vardır. Aristo ölümü
"Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yasaması'' olarak değerlendirirken
ayrılığın bir şey değiştirmeyeceğini aynı ruh ve inançla devam edeceğini
belirtmiştir.
Dünyanın her
toplumunda unutmak ihanetle eşdeğer tutulmuştur. Çünkü her ölüm bir derstir ve
düşündürür, hissettirir ve öğretir. Peki Kürdler ne öğrendi, ne hissetti, ne
hissettirdi? Hem katledile katledile, hem de zindanın karanlıklarında bir
yıldız gibi kayıp giden yakınlarına verdikleri sözleri unuttu mu? Onlar hiç mi
yaşamadı, hiç mi gülmedi, hiç mi konuşmadı, hiç mi idealini anlatmadı? Onlar
taş mıydı, neydi onlar! Kürdün tavuk kadar değerinin olmadığı yerde, tavuk gibi
öldürülen Kürdlerin haberini yapmak için katledilenleri unutmak! ‘Evde değil
tünelde aşk’ diye Kürdleri Kürdlükten çıkarıp ahlaksızca teşhircilik suçu
işlemeye itenlere ne denilir acaba?...
Ölüm acı, fakat bizi
gerçekliğe götüren de yoldur ayni zamanda.
Bir amacı
gerçekleştirmek ya da bizim olan topraklarda yaşamak için ölümle hep yan yana
olunmuştur. Tıpkı sevgi ve ölüm gibi hem yüreğimizde, hem ensemizde
hissetmişizdir yada tanıklık etmişizdir. Kimileri ise bazen ölümü geciktirmek
ya da ölüm diyarından kaçmak için korkularından gerçeği arayıp bulacağına,
tutkularının esiri olmuş ölümü sadece Kürde reva görenlerin sofrasına,
sembollerinin tutkusuna kapılır. Tutkuların esir almasından tehlikeli bir şey
yoktur çünkü istekleri gerçekleştirmek için hiç bir sınır tanımaz.
Artık tutkular güce
sahip olmanın, mal ve para gibi her şeye sahip olmanın, hırsın, kavgaların
şiddetin kışkırtıcılığın oyuncusudur. Onun amacı, gücünü korumak için ölüm
makinesine bile dönüşebilir, şaşırtır ve gerçeği görmemize engel olan
barikatlar kurar.
Bunlar hep
dokunulmazlıktan ve makamdan güç alarak aynı zamanda unutturmaya da çalışırlar;
yürekleri kurumuş olsa bile fırsatçılık ve hırsları taptazedir. Normalde
insanlar dramatik gerçeğin karşısında çaresizlikle değil, bu dramların bir daha
işlenmemesi için kurban olanların anılarına sadık kalmak için, onları
unutturmamak için katillerinin cezalandırılmasının takipçisi olmalıdır.
Çünkü vefa ve sadakat
tüm erdemlerin temelidir, insanı insan yapan en yüce duygu ve evrensel
ahlaktır.
Cefaya sadakat
göstermeyenler erdemi kaybettiklerinden hep geçmişi yaşamaya mahkumdurlar.
Çünkü geçmişi aşmanın
yolu değiştirmekten geçer. Yaşadığımız ve hüzünlü olaylara tanık olduğumuz
yerler, katledilen kadınlar, çocuklar ve evde arama bahanesiyle bedenleri
havaya uçuranlar! Çocuklara oyuncak diye hediye olarak gökten bomba
gönderenler! Evi de, toprağı da kendisine ait olmayanlarca keyfi nedenlerle
katledilen 60 bin sivil Kürdü, milyonlarca göçertilmeyi, travmatik hafızaya
uğratmaları, perişanlığı Kürdlere hak olarak görenler... Hrant Dink, Metin Can,
Hasan Kaya, Şevket Epözdemir, Mehmet Sincar, Metin Özdemir, Habib Kılıç, Muhsin
Melik, Mehmet Ayyıldız, Cemal Akar, Serdar Tanış, Ebubekir Deniz, Halil Adanır,
Lokman Gündüz, Orhan Karaagar, Hatice Belgin, Kemal Ekinci, Hıdır Çelik, Teğmen
Demir, Haşim Yaşa, Zülküf Akkaya, Adil Başkan, Yalçın Yaşa, Kadir İpeksümer,
Adnan Işık, Mehmet Sencer, Nihat Yakut, Hîkmet Yakut, Mehmet Can, Ihsan Yakut,
Siraç Pençe, Yahya Yakut, Cengiz Altun, Hafiz Akdemir, Yahya Orhan, Hüseyin
Deniz, Musa Anter, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe, Gurbetelli Ersoz, Nazım Babaoğlu,
Ersin Yıldız, Seyfettin Tepe, Cenan Demirel, Ayfer Serçe, Vedat Aydın ve daha
niceleri anasının karnından doğmamiş bebekten tutun, 90 yaşındaki yaşlıya
kadar!
Peki yasarken ölüme
mahkum edilen, diğer deyimle, yaşayan ölüye dönüştürülmeye çalışılan tutuklular
karşısında ve onlara verileni cezaların karşısında ne kadar tepki
gösterebiliyor, ne kadar sahip çıkabiliyor ya da etnik kökeninden dolayı ceza
verilenin ailelerini yanıltan devletin çarklarından birisinin dişlisi olan
avukatların adalet yerine adaletsiz yaklaşımına tepki gösterebiliyor muyuz?
Örneğin, ünlü bir
avukatın kızı olan Pınar Selek’e, Mısır çarşısı davasından dolayı sosyal
medyada kendisine özel sayfalar açıldı, bir anda insan hakları şampiyonu gibi
gösterildi ve bir söz söylese medyada haber oluyordu. Peki aynı davada
yargılanan Kürd Abdulmecit Özturk ve onun Türkçe bilmediğinden dolayı da
günlerce işkence gören ve adı dahi bilinmeyen halasından (Ş. G) neden hiç
bahseden yoktu? Sanki adaletsizliğe uğrayan sadece Pınar Selek'ti. BDP MKYK
üyesine ‘Neden bu çifte standarta karşı çıkmıyorsunuz, Abdulmecit’i neden
medyalaştırmıyorsunuz’ dediğimde aldığım cevap utanç vericiydi; "O geri
zekalıyı mi ünlü yapacağız?”
Gezi olaylarında
kırmızı fular taktığından veya takması önerildiğinden fiziği düzgün bir genç
kızı sevimli mi sevimli gösteren medya onu kurban olarak gösterirken dozajı o
kadar artırdı ki, neredeyse kırmızı başlıklı kızı anımsattı herkese. Davası çok
ilginçti. 100 senenin üsütünde ceza verilmek isteniyor ama her ne hikmetse
birkaç ay hapis yatıyor ve sonra özgürce çıkıp kırmızı ojeli elleriyle turizm
acentası temsilcisi gibi Kandil’den Kürdlere ders veriyor; üstüne üstlük “Kürd
kadını dağa taciz tecavüz ve şiddetten dolayı çıkmaktadır!” diyordu utanmadan..
Çünkü o artık
youtube’da da meşhurdu ve ne de olsa sevimli ve güzel kırmızı başlıklı bir
kızdı...
Diğer tarafta ise,
ailesi sosyal medyada hesap açana kadar TC’nin en uzun sureli tutuklusu olan
Hakkarili Serhat Tugan ne biliniyor ne de tanınıyordu. Çünkü medya onun
haberini yapmıyordu. İşin gerçeği ben de bilmiyordum. Saygı duyduğum, değer
verdiğim Serhat Tugan'ın babasını tanımama rağmen. Sosyal medyada okuduğumda
çok üzüldüm; özellikle çifte standartlı, ayrımcı, Kürdü aşağı Türkü baş tacı
eden anlayışa...
‘Kürdlerden tanınmış insan
çıkmaması politikası’ Osmanlıdan beri devam ediyordu. Bunun nedeni, ‘acıları,
uğradığı zulümler, fikirleri, çalışkanlığı asla tanıtılmamalı, ve dahası
unutturulmalı’ anlayışıdır.
Türkiye’nin en uzun
süreli tutuklusu olan Serhat Tugan 16 yaşında bildiri dağıtırken yakalanıp idam
cezasıyla başkasının yerine yargılanması, uluslararası yerli halkın hakkını
ihlal, çocuk haklarını açık ihlal olmasına rağmen, ona gelince sessiz
kalınıyor. Bu bir çifte standart değil de nedir?
Baroların, İHD’lerin
sessizliği onların tarafsız olmadığını göstermektedir. Aksi takdirde, bugün
Serhat dünyada ‘haksız yaşların kurbanı’ sembolüne dönmüştü. Hem çocukluğunu,
hem gençliğini, hem orta yaşlığını çalan Kürde gelince adaletsiz adalet
sisteminde en çok üzülecek şey partisinin sahip çıkmamasıdır.
Bunda kıskanç,
yetersiz, zayıf karakterli sorumluların rolü büyüktür.
Serhat cezaevinde
olmasına rağmen okumuş, liseyi bitirmiş ve ardından da iki fakülte bitirmiş.
Sonuçta kolay değil zindanda okumak, sınavları geçmek ama o en zoru başarmış
bir Kürd. Kürd medyasının sansür koymasından dolayı Kürdlerin Serhat’tan haberi
yok. İnsan hakları organizasyonlarına gelince, yani onlar memuriyet anlayışını
aşamamış, atamayla seçtirilen, nötralitesi olmayan memur zihniyetli savunucularına
gelince!.. Sadece suçu Kürd olmak olan bir Kürd çocuğunun Kürdlerin haklarını
savunanlarca görmezden gelinmesinin bir tek açıklaması olabilir, o da kolonyal
milletlerde görülen aşağılık kompleksi, yani kendini sürekli aşağıda görüp
egemen olana iyi ve farklı hizmet vererek ne kadar güçlü olduğunu ona
göstermesidir.
Sonuçta Suruç'ta
askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren sosyologun internetteki videosuna
baktığınızda yetenekli bir Kürd genci olduğunu görüyorsunuz ama yoksulluk
görüntüsü insanın içini acıtırken partisinde yer alan Türk kadınlarının
Kürdlerin parasıyla alınmış giysilerle gümüş kemerlerle nasıl da salına salına
platformlarda Kürdlere sevdirilirken, Kürdlere bekçi yapılması nasıl bir
handikap içinde bulunduğumuzu bize açıklar.
Örneğin, Ömer Güney'i
yardımcı ve şoför olarak kullanan Nedim Seven için medya yer ayırırken, neden
direnen bir gence yer ayırmaz? Aradaki fark nedir?
Kolonizasyon zemini
kaygandır.
Serhat Tugan için
adalet değil, derhal serbest bırakılmasında diretilmelidir.
Adaletsizlikten adalet
istediğinizde o adaletsiz sistem meşrulaştırılır.
Oysa, adaletsizliğe
karşı çıkarken onu meşrulaştırma tuzağına düşülmemelidir. Adalet dediğimiz bir
günlük bir olay değil, yavaş yavaş adımlarla ve çekilmeden, hakkın yolundan
ayrılmadan kararlıkla sağlanır.
Byzantinin çözümsüzlük
labirentinde kaybolarak değil sadece gerçeği, gerçekliği savunmak yeter.
Dünyada hiç bir hile, yalan, şiddet gerçekliğin adaleti karşısında duramaz ve
yenilmeye mahkûmdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder